Tarih boyunca birçok büyük uygarlığa ev sahipliği yapmış, Orta Çağ’da Rönesans’ın doğuşuna şahitlik etmiş, Katolik Kilisesi’nin merkezi olan, pizza ve makarnalarıyla nam salmış, çizme şeklinde bir yarımada… İtalya’nın her sokağında tarih kokan şehirlerinden Roma, Floransa ve Venedik; Ocak ayından beklenmedik bir şekilde neredeyse bahar havasıyla karşıladı ziyaretçilerini. İşte size bu üç şahane şehrin yanı sıra, tam bir moda ve alışveriş kenti olan Milano’yu da eklediğim küçük İtalya turumdan detaylar ve daha sonra gitmeyi düşünenler için tavsiyeler ve küçük ipuçları…

Tiber Nehri’nin ikiye böldüğü, çevresindeki yedi tepe üzerine kurulmuş, bütün yolların oraya çıktığına inanılan başkent Roma…“Bütün yollar Roma’ya çıkar” sözü sadece bir mecaz değilmiş aslında. Meğer Antik çağlarda gerçekten bütün yollar Roma İmparatorluğu’nun başkentinden yayılırmış. Yaşadığı 27 yıl boyunca, imparatorlukların yükselişlerine ve düşüşlerine; kralların, papaların hâkimiyetine, sanat akımlarının doğuşuna tanık olmuş bu şehir, aynı zamanda Hıristiyanlığın merkezi. Gezmeye nehrin karşı kıyısındaki Vatikan’dan başlayabilirsiniz. Yarım kilometrekareden daha az yer kaplayan bağımsız kent devleti Vatikan’da papalık sarayını ve bahçelerini, Vatikan Müzelerini ve San Pietro Meydanı’nı görebilirsiniz. Bu meydanda Papa II. Jean Paul’a suikast düzenleyen Mehmet Ali Ağca’nın kurşunlarının papaya isabet ettiği alan da görmek isteyenler için bariyerlerle çevrilmiş. San Pietro Bazilikası’nın tepesindeki manzara ise kapanışa yarım saat kala bile olsa 500 basamak çıkmaya değer bir manzara. Tabii, siz yine de daha geniş bir zamanda keyfini çıkararak çıkın.

san pietro

Kent merkezi tarihi dokusunu korumakla birlikte, her çağdan bir iz taşıyor. Bir yanında bir Orta Çağ kilisesi, diğer bir yanında ise modern bir kavşak görmek mümkün. Kent merkezini, görülmesi gereken birçok yere yakın olan Piazza Venezia’dan gezmeye başlayabilirsiniz. Eskiden Venedik Cumhuriyeti’nin Papalık elçiliği olan, 20. yüzyılda Mussolini’nin karargahı olan Palazzo Venezia da meydanın batı tarafında. Bir başka başlangıç noktası ise Piazza di Spagna; yani İspanyol merdivenleri. Bir zamanlar Byron, Balzac, Wagner ve Lizst gibi isimlerin arşınladığı bu merdivenlerde şimdilerde birçok turist büyük alışveriş caddesi Via del Corso’yu gezdikten sonra dinleniyor. Bu merdiven yazın çiçeklerle süslenerek çok daha güzel bir hale bürünüyor. Villa Borghese’nin yemyeşil bahçelerinden yukarı doğru uzandığınızda ise, unutulmaz sergilere ve konserlere ev sahipliği yapan Villa Medici’yi görmek mümkün.

Fontana di Trevi, bilinen adıyla ‘aşk çeşmesi’; Nicola Salvi’nin Barok mimari eseri. Sağ omzunuzun üstünden attığınız bozuk parayla iki şey dileyebiliyorsunuz: Roma’ya tekrar gelmek ya da dillere destan bir aşk yaşamak… Ne yazık ki çeşme uzun bir süredir tadilatta ama birçok insan dileklerinden vazgeçmiyor. Aşkı arayanlar inşaatın içinden ziyaretçiler için açılan yoldan bozuk paralarını atmaya devam ediyor.

17. yüzyılda halka açık idamların infaz edildiği Campo de Fiori, şimdilerde bir kent pazarı. Meyve, sebze, baharat, peynir ve makarna dahil her şeyi burada bulabilirsiniz. Canlı canlı yakılan filozof Giordano Bruno’nun heykeli, meydanın kanlı tarihini ziyaretçilere unutturmuyor.

Campo de' Fiori, Rome, Italie

Kısıtlı bir süre içinde, Roma’da gezebileceğiniz bu başlıca yerlerin yanı sıra; Antik Roma, Yahudi Mahallesi, Colosseum, kenti ikiye ayıran Tiber Nehri’nin üstünden geçebileceğiniz Castel Sant’ Angelo ve geleneksel işçi sınıfı mahallesi Trastevere de görülmesi gereken yerlerden.

Castel-Sant-Angelo

Bir uyarı: Sadece iki metro hattı olan Roma’da ulaşım turistler için zor. Yaşadığımız ufak bir olaydan sonra da söyleyebileceğim üzere, metrolarda çantalarınıza ve ceplerinize çok dikkat edin. Çoğu zaman rotalarını öğrenip, otobüsleri tercih etmek daha iyi bir çözüm.

Mutlaka Yapın:

Meşhur Gelato’da dondurma yiyin.

Pantheon’da çalan sokak çalgıcılarını, bir köşeye oturup dinleyin.

Renkli gece hayatıyla meşhur meydan Piazza Novano’da, gece ışıklandırılmış Dört Nehir Çeşmesi’ne karşı şarap eşliğinde bir akşam yemeği yiyin.

Roma’dan yaklaşık üç buçuk saat uzaklığındaki Floransa; Rönesans’ın doğduğu şehir ve tam anlamıyla her sokağı, her taşıyla bir açık hava müzesi. Şehir uzun bir süre Medici ailesinin hakimiyeti altındaymış ve her yerde onların izlerine rastlamak mümkün. Palazzo Vecchio, Palazzo Medici Riccardi, San Lorenzo, Medici ailesinin yaşadıkları yerlerden bazıları.

Arno Nehri üzerindeki altı köprüden en meşhuru, 1345 yılında yapılan Ponte Vecchio. Köprünün içi, turistlerin ilgisini çeken oldukça pahalı kuyumcu dükkanlarıyla dolu.

floransa-pontevecchio

Sanat tarihiyle ilgilenenler için; Floransa’nın en ünlü iki galerisi Uffuzi ve Galleria dell Accademia mutlaka gidilecek yerlerden. Galleria dell Accademia, Michelangelo’nun ünlü eseri David’in gerçeğini barındırıyor. Arno Nehri’nin tam karşısındaki Uffuzi ise; Giotto, Botticelli, Titan ve Michelangelo gibi sanatçıların eserlerinin yanı sıra, Medici ailesinin antik Roma heykellerini barındırıyor.

Leonardo da Vinci, Michelangelo gibi Rönesans’ın ünlü isimleri bir yana; bu şehirde yaşayan bir başka dahi ise İlahi Komedya’nın yazarı Dante. Dante’nin evini de ara sokakların birinde görmek mümkün.

Kendinize belirleyeceğiniz yürüyüş rotalarıyla Floransa’nın daracık sokaklarını keşfe çıkabilirsiniz. İtalyanca’da bir şehirdeki en büyük kilise anlamında gelen duomodan başlayın. Kilisenin ve saat kulesinin tepesine toplamda 900 küsür basamak tırmanarak çıkarsanız, bütün Floransa’yı ayaklarınızın altında bulacaksınız. Rönesans’ın doğduğuna inanılan Cennet Kapısı da, kilisenin bulunduğu meydanda.

duomo floransa

Santa Croce ve Santa Maria Novella, mutlaka görülmesi gereken diğer yerlerden.

Mutlaka Yapın:

Ponte Amerigo Vespucci, daha az bilenen bir köprü olmasına rağmen Arno Nehri’nin bir şelaleye dönüştüğü kısmı ile oldukça etkileyici.

Medici Sarayı’ndaki Boboli Bahçeleri’ni görmeden geçmeyin. Avrupa’daki en güzel saray bahçelerinden bir tanesi.

IMG_7026

Floransa’ya üç saat uzaklığındaki Venedik, Orta Çağda geçen bir filmin seti gibi. Ünlü bir maceracı, yazar ve çapkın olan Giacomo Giralomo Casanova’nın yaşadığı bu şehir; birçok film ve romana konu olmuş adeta büyülü bir şehir. San Marco Meydanı’ndan başlayın ve sokaklarında sadece yürüyün. Kendinizi bu şehirde kaybolmaya bırakın. (Aslında cadde başlarında sürekli San Marco meydanını ve Rialto Köprüsü’nü gösteren okları takip ederek kaybolmanız imkansız.)

Mutlaka Yapın:

Bir vapura atlayıp, birçok durağı geçerek son durak olan Murano adasında inin. Geçimini camcılık ile sağlayan bu küçük sahil kasabası tamamen cam dükkanları ve fabrikalarıyla dolu. Buradan her türlü cam objeyi alabilirsiniz.

Bu şehrin büyülü atmosferini bir gondol turu ile taçlandırın.

Yerlilerin inandığı bir geleneği gerçekleştirin ve Rialto Köprüsü’nden bir dilek tutarak konuşmadan geçin. Unutmayın; inanışa göre eğer konuşursanız dileğiniz gerçek olmayacak.

Rialto_bridge_2011

Gezimin son durağı Milano, her bir köşesi bir nakış gibi işlenmiş görkemli duomo’sunun haricinde, diğer İtalya şehirlerine göre daha az bir tarihi dokuya sahip. Duomo’nun hemen yanındaki Galleria Vittorio Emanuele, dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri. Oldukça pahalı dünya markalarının yanı sıra, hesaplı mağazalar da bulmak mümkün. Merkezde aynı zamanda, eğer gitmek isterseniz en az 6 ay önceden bilet almanız gereken La Scala opera binası var.

milan

Mutlaka Yapın:

Yine bir dilek ritüeli: Galleria Vittorio Emanuele’de sağ ayak topuğunuzun etrafında bir tam tur dönerek bir dilek tutun.

Sforza Kalesi; büyük şehrin gürültüsünden ve kalabalığından uzaklaşabileceğiniz, sakin ve huzurlu bir parka sahip tarihi bir kale. Dinlenmek için uğrayabilirsiniz.

Son olarak yüksek bir beklentiyle yemeyi beklediğim pizza ve makarnaların benim için bir hayal kırıklığı olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

Leave a Reply