Bastığın Toprakları Tanı: New York’un Tarihi Serüveni

Bir ülke ya da şehir düşünmemiz istendiğinde pek çoğumuzun aklında o topraklar üzerinde kurulu olan yapılar canlanır ilk evrede. Mesela İtalya dendiğinde muhtemelen çoğumuzun aklında Kolezyum, Pisa Kulesi, Antik Roma ekolünde yapılmış binalar canlanıverir. Burada bir parantezi de mutfağa açmak gerekir, zira ülkelerin yemek kültürleri de şânlarını etkilemekte son derece önemlidir. Ancak gene de, Fransa Eyfel Kulesi’yle, İngiltere Big Ben’iyle, Hindistan Tac Mahali’yle nam salmıştır ve akıllarda da öyle yer etmiştir. Turistler için değil sadece gittikten sonra, ziyaret edip etmem kararını verme safhasında dahi o bölgenin tarihi mekanları önem arz eder. İşte belki de bu popülist zihin algısındandır ki ben, bir şehri tanımanın, ilk safhada en önemli yapı taşının o şehrin taşını, toprağını, bir başka deyişle mimarisini bilmek olduğuna inanırım. Bu noktada, New York pek çok ünlü yapıya ev sahipliği yapan bir şehir olarak, sahip olduğu mimari harikaları aracılığıyla kendi tarihinin incelenmesine olanak sağlamaktadır. Bu yazımda, büyük ölçekte mimarisinden yola çıkarak, New York’tan bahsetmeye çalışacağım.

M.Ö. yaklaşık 10.000 yıllarından beri Kızıldereliler o coğrafyalarda yaşamış olsalar da, şehrin bugünkü tarihi 1609’da Hudson Nehri’nde yelken açan Hollandalı kâşif Henry Hudson ile başlamıştır. 1624’te “New Amsterdam” adı altında kurulan şehre, 1664 yılında İngilizler tarafından fethedildikten sonra York ve Albany İngiliz Dükü’ne ithafen New York adı verilmiştir. New York, yıllar boyunca, göçmenlerin en önemli kapılarından biri olmuştur. Bu sebepledir ki beyazlar tarafından kurulan şehrin, 2020 verilerine göre etnik yapısı %30,9 Beyaz, %28,7 Hispanik veya Latino, %20,2  Afroamerikan, %15,6 Asyalı, %0,2 ise Kızılderili olarak bölünmüş durumdadır. Bugün nüfusu 20 milyon olan nam-ı diğer “Big Apple”da her 3 kişiden biri ABD dışındaki bir ülkede doğmuştur. Yaklaşık 170 farklı dil konuşulmaktadır. Bugün şüphesiz ekonomi, finans, sanat, eğlence, kültür, moda gibi pek çok alanda dünyanın en gelişmiş şehirlerinden birisi olan New York, mimari alanda da pek çok ilke imza atmıştır. 

Bağımsızlık savaşlarından sonra New York, 1785-1790 yılları arasında başkentlik yapmıştır. Ancak şehir asıl büyümesini, özellikle liman faaliyetlerine dayanan ticari hareketliğe borçludur. 1825’te açılan, Atlantik Limanını bağlayan Erie Kanalı’nın açılması da şehrin bu dinamikliğini artırmıştır.

Şehir büyüdükçe bugün birer ikon haline gelmiş olan mimari ve mühendislik harikası alt yapı planlarının ve dahi gökdelenlerinin temelleri atılmaya başlanmıştır. 1811’de hazırlanan ızgara planı “Komiserin Planı (Commissioner’s Plan)”, ile şehirde bugün hala aynı isimleriyle duran sokaklar inşa etmeye başlamıştır. Şehrin büyük oranda bu planla kurulmuş olmasına rağmen New York’un demirbaşlarından Central Park’ın bu planda olmadığını eklemekte de fayda vardır.

Mehmet Akif’in de söylediği gibi kefensiz yatanlardır şehirleri kuranlar. Bu İstanbul’da da Berlin’de de Tayvan’da da böyledir. Ancak New York, ticaret ile var olmuş mimariyle yükselmiş; halkla el ele vererek yaratılmış bir şehirdir. 1719’da New York’un en eski tavernası, aynı zamanda İngilizlerin New York’u tahliye etmesinin ardından George Washington’un veda yemeği yediği Fraunces Tavern; 1902’de yapımı tamamlanan, dünyanın ilk gökdeleni olarak bilinen üçgen şeklindeki Flatiron Binası; New York’taki bilinen en eski mezarlığa ev sahipliği yapan 1698’da New York’un en yüksek binası olan Trinity Kilisesi; 1766 senesinde inşa edilen, 11 Eylül saldırılarında, tam arkasındaki World Trade Center yıkılırken hasar görmeden ayakta kaldığı için “Duran Küçük Şapel” isminin layık görüldüğü Aziz Paul Şapeli; etkileyici mimarisi ile kendisine hayran bırakan New York’taki en büyük Katolik kilisesi Aziz Patrick Katedrali; Amerikan borsasına ve ekonomisine günümüzde halen yön veren, wall street bölgesi New York şehrini kuran tarihi yapılar arasında yer almaktadır.

New York’ta şüphesiz pek çok ünlü yapı vardır ancak takdir edersiniz ki bir gazete yazısı bunların hepsini dile getirmek için yeterli değildir. Bu yüzden ben, bana en ilgi çekici gelen, birkaç destinasyonu seçerek bunları anlatmak isterim.

Times Meydanı, hem tarihi hem modern noktalardan biridir. Meydan, 1880’li yılların sonunda apartmanlarla çevrilmişti. Şehrin ilk hızlı toplu taşıma sistemi gelmesiyle çehresi değişmeye başlamıştır meydanın. Burası ilk zamanlar Longacre olarak bilinmekteydi, New York belediye başkanının, meydandaki “The New York Times” gazetesinin ana binasından dolayı koyduğu “times square” ismi, binası taşındıktan sonra da söylenmeye devam etti. ismi “square” olsa da meydanın kare şeklinden hallice olduğunu söylemekte de yarar vardır. Times Meydanı’nın, pek çoğumuzun bildiği bir de yeni yıl kutlamaları var. bu gelenek de neredeyse meydanın oluştuğu ilk yıllar kadar eski. İlk top 1907’de atılmıştır 1908’i kutlamak için. 1942 ve 1943 yılları istisna olarak, o günden beri her yıl atılarak gelenek haline gelmiştir. 2011 yılında tamamen dumansız alana dönüştürülen meydan, 50 dolarlık bir cezai yaptırımla sigara içilmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Meydan, tarihindeki en büyük kalabalığı ise 2. Dünya Savaşının galibiyet kutlamalarında 2 milyon insan ile görüştür. Bugün, her gün yaklaşık 340 bin ziyaretçiyi karşılayan meydanın ünü temelinde baş döndürücü sayıda parlak ışıklı dijital reklam panoları ve tabelalardır. En büyük LED panoya da 37 milyon dolar yatırımla NASDAQ sahiptir. Bölge, geceleri Uluslararası Uzay İstasyonundaki astronotlar tarafından kolayca görülebiliyor. Bu dijital panoların tek amacının kapitalist izler olduğunu düşünmekse, yanılmaktan başka bir şey olmaz zira şehrin sanat kültürünün önemli bir parçasını bu meydan oluşturmaktadır.  

Empire State Building, 1970’de World Trade Center kurulana kadar new york’un en yüksek binasıydı. Manhattan’ın göbeğinde bulunan arazisi, 1820’lerden beri alanın sahibi olan Astor Ailesinin New York’un ilk büyük oteli olan Waldorf-Astor Otelini yıkmasıyla, pek çok iş adamının gözdesi olmuştur ve satın alma yarışını Bethlehem Engineering Corporation kazanmıştır. Empire State ismi New York’un takma adından gelir. Bizlerin, sahne olduğu 250’den fazla film ve dizi sayesinde tanıdığımız bina, bu ününü 2011’de Cornell Üniversitesi’nin milyonlarca fotoğrafı inceleyerek yaptığı araştırmada da kanıtlamıştır zira dünyadaki en çok fotoğrafı çekilen binadır. 2 haftada tamamlanan mükemmel planından sonra, 1930’da başlayan, yaklaşık 3.500 işçi istihdamıyla her gün 4.5 kat yükselen inşaatı, tam olarak 23 haftada tamamlanarak dünyanın en hızlı inşa edilen binası olmuştur.Ayrıca inşaa edildiği dönemde, dünyanın en yüksek gökdeleni unvanının da sahibiydi.

Empire States binası ihtişamıyla dünyanın her tarafından gözleri üzerinde toplamayı başarmış olduğu aşikar. Bu sebeple, pek tabi ilginç olaylara da sahne olması kaçınılmazdı. İlginçlikten ziyade üzücü olan bir haber, 1979’da 85. kattan atlamaya çalışan Elvita Adams’ın saatte 177 kilometre hıza çıkabilen rüzgar sayesinde 86. kata sürüklenerek başarısızlıkla sonuçlanan intihar girişimidir. Bir diğeri ise, tam tersine, en güzel ölüm fotoğrafı adıyla anılan ve meşhur olan 1 Mayıs 1947 tarihinde, binanın 85.katından atlayan Evelyn Mchale’dir.

Son olarak, aynı adlı bir adada bulunan Özgürlük Heykeli, şüphesiz hem New York’un turistik karakterinde hem şehrin tarihinde hem de ulusal boyutta pek çok anlam taşımaktadır. Heykelin yapım fikri, 1865’te, Fransız Tarihçi Laboulaye’nin, ABD’nin bağımsızlığının yüzüncü yılını, Amerikan demokrasisinin azmini ve ulusun kurtuluşunu anmak için bir anıt önerdiğinde doğmuştur. 1884’te Fransada yapılan heykel 350 parçaya bölünerek New York’a ulaştırılmıştır. Dünyanın başka çeşitli yerlerinde de kopyaları bulunan heykelin Paris’teki küçük kopyası Atlas Okyanusuna doğru bakar. Fransa-Amerika arasında bir dostluk bağının habercisi olan heykelin çıkış noktası bir Roma tanrıçasıdır. Sağ elinde bir meşale, sol elinde ise üstünde 4 Temmuz 1776 yazılı bir kitabe tutar. Tacın 7 sivri uçları okyanusları ve kıtaları temsil etmektedir. Özgürlük Heykeli, 1875-1886 yılları arasında yapılmış ve 28 Ekim 1886’da açılmıştır. 1984 yılından beri de UNESCO Dünya Miras Listesinde yer almaktadır.

Bu heykelle ilgili ilginç bir hikaye de heykelin aslında kimin için yapıldığı ile ilgilidir. Heykelin, Sultan Abdülaziz döneminde Mısır’a dikilmek üzere Said Paşa’nın siparişi üzerine yapıldığı ancak Müslüman halkta rahatsızlık yaratacağı endişesiyle Mısır’a dikilmesinden vazgeçilmesi üzerine yıllarca Fransa’da bir depoda bekletildiği iddia edilmiştir.

Sonuç olarak, ben New York’un sevgiden nefrete tüm duyguları bir gün içinde yaşatabilen dinamik bir şehir olmasından dolayı, maksimum “yaşam” kapasitesine sahip olduğunu düşünüyorum. Ticari olanaklılığı sebebiyle benimsenen ve halkla el ele inşa edilmiş bir şehir olarak, bence, dünyanın en enterasan ve görülmeye değer şehirlerinden biri.

Kaynakça

https://en.wikipedia.org/wiki/Statue_of_Liberty#Origin

https://www.esbnyc.com/about/history

https://historyofyesterday.com/the-woman-who-jumped-off-the-empire-state-building-and-survived/

https://www.history.com/topics/us-states/new-york

https://untappedcities.com/2014/09/10/up-close-with-the-original-1811-commissioners-plan-for-nyc/13/

http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/06/27/481478.asp

Leave a Reply