Şeyh Galip, her ne kadar Divan Edebiyatının son temsilcisi sayılsa da, onun divan şairliğinin yanında öne çıkan özelliği mevleviliğidir. Başarılı eserleri ve mistik sembolizmiyle daha otuz yaşına gelmeden adını zamanının edebiyat çevrelerinde duyuran Galip, yenilikçi bir lügat ve imgeleme anlayışı gütmüştür. Fakat edebiyat tarihindeki bilgilerin çoğu kuru bilgilerdir. Asıl bakılması gereken yer şairin kalbidir.
Şeyh Galip’i önceden de severdim. Fakat Galip, sürekli açıp okuduğum şairlerden birisi olmadı hiç bir zaman. Mustafa Kutlu’nun son eserlerinden olan Nur’da karşılaştığım bir Şeyh Galip beyiti ise günlerce aklımdan çıkmadı, beni sürekli düşündürdü. Bu beyitin içinde olduğu aşağıdaki şiir aynı zamanda Dede Efendi’nin bestelediği tek Şeyh Galip şiiridir. Yanlış anlaşılma olmasın, bu Şeyh Galip’in şiirine saygısızlık etmemek için yapılan bir hareket.
Bahsettiğim şiir Şeyh Galip’in “düştü” redifli gazeli:
Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü
(Yine gönül kayığım kırılıp kıyıya düştü; bu gönül şişedendir, düştüğü yer ise taşlıktır, dayanması ne mümkün.)
O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü
(Can meclisinde istek kumaşları bölüşüldüğü zaman, bizim payımıza sevgi payı olarak parça parça olmuş bu gönül düştü.)
Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda
Düşe kalka haste-i gam der-i lutf-ı yâre düştü
(Gam hastası bazen eli başının altında, bazen de ayağı (kadehi) koltuğunda olduğu halde düşe kalka sevgilinin kapısına düştü.)
Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü
(Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi; ancak ayrılığa tahammül nöbeti yine bizim kararsız gönlümüzün payına düştü.)
Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ`il
Bana kendi tâli`imden bu siyeh sitâre düştü
(Gönül, sevgilinin aya benzeyen yanağının burcunda bulunan beni (tanesi) sevdi; dolayısıyla bana kendi talihsizliğimin siyah yıldız düştü.)
Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ hû
Bu değildi niyyetim bu yolum intizâre düştü
(Sevgilinin o ceylan gözleri süzülerek kavuşma zevkine yâ Hû dedi. Ne yapayım, böyle olmamalıydı, beklediğim bu değildi; gözlerim yoluna düştü.)
Reh-i Mevlevîde gâlib bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü
(Gâlib, Mevlevilik yolunda kiminin namını ve şanını terk ettiği, kiminin de itibar hevesine düştüğünü gördü ve bu gördükleri karşısında şaştı kaldı.)
Divan Edebiyatı, Türk milletinin klasik edebiyatı kabul edilir. Şekilcilik, belli kalıplara uyma ve halefleri izleyip en iyisine ulaşma, Divan şairlerinin ortak amacıdır. Lakin, yenilikçi ruhun sınırlarının zorlanması Şeyh Galip’te görülür. Buna bu yazıda örnek verecek miyim, hayır. Bunu anlatmak birkaç yazı sürer. Ben yukarıdaki bazı beyitleri yorumlamaya ve Şeyh Galip’in aşk acısına bakışını klasik anlayışın dışında irdelemeye çalışacağım.
Öncelikle bu beyitle başlayalım:
Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü
(Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi; ancak ayrılığa tahammül nöbeti yine bizim kararsız gönlümüzün payına düştü.)
Bülbül ve gül; baharı, kavuşmayı ve aşıkları temsil eden pastoral ögeleri şiirin. Bütün Divan Edebiyatı’nda da vazgeçilmez bileşenlerdendir. Fakat bülbül ve gülün buluşmasına bir sitem vardır bu beyitte. Bahara erişince doğanın canlanmasına rağmen, Galip yine sevgili ile buluşamamış, ona kavuşamamıştır. Bu, acı bir bekleyiş değil de nedir?
Tahammül kavramına gelelim, tahammül aşk acısı çeken insanın boynundaki madalyondur. Madalyonun ise iki yüzü vardır, malumunuz. Tahammül insana zevk de verebilir, ki buna aşk acısının verdiği zevk denir; madalyonun birinci yüzü budur. Lakin en nihayetinde tahammül beklemektir. Beklemekse sabır isteyen bir süreçtir, dayanılması çok zordur. “Bekleme” mefhumunu Divan’da anlatıldığı gibi algılarsak, hiç bir zaman kavuşulamayacak bir sevgiliyi beklemek çelikten yapılma sinirler ister. Madalyonun ikinci yüzü de budur efendim. Bir tatlı, bir de acı bir yüzü vardır; baktığınız yüzüne göre değişir.
“Ya Tahammül Ya Sefer”, bir Mustafa Kutlu eserinin ismi olmaktan öte başka manalar da ifade eder. İki zıt kavramdırlar, tahammül ve sefer. Ama ikisi de aşk acısına çaredir. Aşkın çaresi ya tahammül ya sefer. Dayanamıyorsan diyarı terk edeceksin.
Beni benden alan, dilime pelesenk olan, sürekli üstünde düşündüğüm beyit ise budur:
Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ`il
Bana kendi tâli`imden bu siyeh sitâre düştü
(Gönül, sevgilinin aya benzeyen yanağının burcunda bulunan beni (tanesi) sevdi; dolayısıyla bana kendi talihsizliğimin siyah yıldızı düştü.)
Size, “Yanak vahdeti, ben ise siyahlığı ile kesreti temsil eder” demeyeceğim, bu çok klasik bir yorum olurdu. Asıl manası tartışmalı olmakla beraber, burada Hz. Muhammed’in divan şiirinde “Ay” ile temsil edilmesi ve Şeyh Galip’in O’nun devrinde yaşayamamış olmasını “Siyah Yıldız” imgesiyle bağdaştırması ve şanssızlığına yakınması genel olarak doğru bir yorum kabul edilebilir. Şunu da unutmamak gerekir ki, ilahi aşka giden yol bir yerde insanlar arasında olan aşktan geçer, Divan Edebiyatı’nda bu bir kuramdır, her yerde görülebilir. Galip’in bu beyitini iki manada ayrı ayrı anlasak bile, şairin düş dünyasının ne kadar derin olduğunu görebiliriz.
Galip ulaşamayacağı bir şeye aşık olduğundan haberdardır. Bu ise onun talihsizliğidir. Yıldızı kararmış ve şansı şanssızlığa dönmüştür. “Siyeh sitare” bunu ifade eder. Sevgilinin yanağındaki “ben” aslında onun talihsizliğinin dünyaya ilanıdır, Galip’in siyah sitaresidir. Kavuşulamayacak sevgiliye duyulan aşk ile umutsuzluk arasında boğuşan ruhun sitemidir.
Divan Edebiyatı’nın üzerinden birkaç asır geçmesine rağmen, aşk kavramı ve aşk acısı hala değişmedi. Fakat bizim algılarımız ve tüketim dünyasının bize dayattığı sahte duygular bizi değiştiriyor her gün. Biraz geri bakıp temiz duygulara tekrardan yelken açalım. İnsanlığı kurtaracak olan budur.