Bir kabile reisi olan Tuiavii’nin konuşmadır aslında Papalagi yani Göğü Delen Adam. Bir yelkenlinin göğü delip geldiğini düşünen yerliler medeniyette yaşayan insanları böyle adlandırdı. Onlar Avrupa’nın kötü ruhu temsil ettiğini düşündüler. Haksız da sayılmazlardı aslında. Tuiavii, hiçbir şeyi bilmemenin getirdiği saf bakış açısıyla Avrupa’yı, medeniyeti görüp halkını uyarmak için bu yazıları yazıyor, bir mektup gibi. O mektupları kitap haline getiren Erich Scheurmann, Tuiavii’nin diğerlerinden farklı olduğunu şu sözlerle açıklyor: “Onda, ilkel halklarla aramızdaki en temel ayrım olan bilinç denen içsel güç vardı ve bu yanıyla bütün çevresinden bariz olarak farklıydı.” Bu bilinç onu merak etmekten alıkoyamıyor, uykularını bölüyordu. Papalagiler’in hayatlarını merak ediyordu.
Kitapta her kavram ayrı ayrı bölümlerde inceleniyor. Kıyafetleri sorgulamakla başlıyor. Tuiavii kıyafetleri gereksiz ve boğucu buluyor ve onların isimlerini bilmediği için çok garip tanımlar kullanıyor. Ayakkabı için ayak kılıfını kullanıyor ve onları kanoya benzetiyor. Kimsenin bizi görmediği uyku zamanlarından neden o kadar süslü “kılıflar” giydiğimizi bir türlü anlayamıyor. Papalagileri hastalıklı ve solgun buluyor. Güneşten yoksun bembeyaz bir beden, palmiyeyi bile saramayacak “ayak kılıflı” ayaklar… “Et günahtır.” Papalagi’ye göre ne kadar kapalı o kadar ahlaklı. “Güneş’e doğru uzanan kol, bir günah okudur aslında. Soluk aldıkça denizdeki dalgalar gibi kabarıp inen göğüs bir günah yuvasıdır.” Papalagi güneşin altında uyuyormuşçasına sıcak hissetmek için tüylerden bir örtü örter üstüne ama güneşin kendisine o kadar önem vermez. Papalagi zaten var olan her şeyin taklidini yapıp kendini zeki sanır, mutlu olur bunun için kutlamalar verir. Güneşin altında yatmak yerine, “güneşin altındaymış gibi” yatmak onu daha çok ilgilendirir. Gibilere takıntılıdır Papalagi. Kendi olmayı unutur gibiler arasında yaşarken.
Kutularda yaşar Papalagiler. “Bir Samoalı bu kutularda hemen boğuluverir, çünkü hiçbir yerinden içeri bizim kulübelerimizde olduğu gibi taze hava giremez.” Böyle düşününce Papalagiler’in neden mutsuz olduğu çok açıktır. Onlara göre bir kutunun içinde, kendi bedenimizi sıkı sıkı örtüp eziyet ederek, hastalık içinde yaşıyoruz. Sağlıklı düşünmek güneş ışığıyla doğru orantılı olmalı. Kendimizi kutularımızda saklıyoruz, bu yüzden Tuiavii’nin tanımıyla giriş ve çıkış deliklerini örten bir kanadımız var. Kanadın üstündeki delikten gelenlere bakıp kanadı öyle açıyoruz. Her şey bir yana bu kabile reisi bir konuda çok haklıdır: “Beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin para adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kağıttan başka bir şey değildir.” “şeyler” almak için paraya ihtiyaç duyar Papalagi, para içinde çalışır. Çok “şey” çok mutluluktur. Ama “şeyler” hiçbir zaman tatmin etmez Papalagileri. Bir “şeyin” bu kadar önemli olması Papalagiler’in temel sorunudur.
Yayınlayanlar kitabın en başına bu yazıyı iliştirmiş; “Papalagi’yi okumak yetmez. Bizim içimizde küllenmiş olan duygularımızı yeniden canlandırmayı da öğrenmemiz gerek.” Haksız diyemeyiz elbette onlara. Ama önce okuyup düşünmekten başlamak bile bir adım olur belki bizim için. Beyaz adamların dünyasına bu kadar gömülmüşken ve kahkaha atmak bu kadar edepsizken bize verilen bütün “kılıflar”dan sıyrılıp bir nefes almak lazım, güneş hala bu kadar parlakken kaçırmamak lazım. Palmiyelere çıplak ayakla tırmanmak lazım.