Hem İngiliz, hem dünya edebiyatının en önemli yazarlarından olan J.R.R. Tolkien’in kitabından uyarlanan Hobbit: Beş Ordunun Savaşı geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. İkinci filmin hemen ardından, fantastik edebiyat ve film tutkunları sabırsızlıkla üçüncü filmi beklediler.
Fazla heyecanlanmıştık, çok şey beklemiştik. Bir aile geleneği haline gelmişti Yüzüklerin Efendisi’ni vizyona girdiği ilk gün izlemek; ben de geleneği bozmadım, çıktığı ilk gün gittim. Ancak hayal kırıklığına uğradım, belki çok büyük beklentiyle gittiğim içindir. Fragmanlarını izlerken yerimde duramadığım filmin, kendisini izlerken kediye döndüm.
Bu filmde Bilbo Baggins, Thorin Meşekalkan ve cücelerin maceralarının son evresi konu alınır. Anavatanları Smaug’dan olan cüceler, dünyaya büyük bir kötülük salmışlardır. Thorin’in ejderha hastalığı diye anılan altın tutkusu onu delirtmeye başlamıştır. Yalnız Dağ için savaş kaçınılmazdır. Cüceler, Elfler ve insanlar ya birlik olup Orklara karşı savaşacaklardır ya da yok olup gideceklerdir. Filmde bu büyük savaş anlatılmıştır.
Filmi genel olarak sevmiş olsam da; bazı sahnelerin beni rahatsız eden ve hayal kırıklığına uğratan tarafları oldu ne yazık ki. Küçük bir karşılaştırma yaptım kafamda. Sonra Yüzüklerin Efendisi’ni özlediğimi hissettim içimde. Bu kadar iyi bir kadroyla, böyle bir hayal kırıklığı yaratmak oldukça zor olsa gerek, Peter Jackson’ın bu konuda bir hayli uğraştığını hissettim.
Edebi eserin aslına sadık kalınması tiyatroda esastır. Çevirmen, çeviri yaparken kitlenin kültür yapısını dikkate alarak sözcük seçer. Yönetmen de aynı şekilde kitleyi, oyuncuyu, metni düşünür ve metni bozmadan sahneye koyar. Filmler içinde aynısı olması gerektiğini düşünüyorum. Bir eseri sinemaya aktarırken eser olduğu gibi kalmalıdır. Sahneler zaten yönetmenin hayal gücüne kalmıştır; ama metni değiştirmek, aslına sadık kalmamak yönetmenin hayal gücünün, yazarın hayal gücüne tecavüzüdür adeta. Edebiyat, sanatın temel taşıdır. Temeli değiştirmeye çalışmak, binayı yıkmaya çalışmakla eşdeğerdir. Bu nedenle filmin kitapla uyuşmayan yerlerinin olması beni biraz rahatsız etti. Sıradan bir aksiyon filmi gibi hissettirdi. Bu kadar iyi bir eserin, böyle hissettirmiş olması fantastik edebiyat severleri biraz üzdü; belki biraz da kızdırdı.
Bilbo Baggins’i canlandıran Martin Freeman’ın doğallığı, kesinlikle çok etkileyiciydi. Martin Freeman’a ve oyunculuğuna olan hayranlığım, Sherlock Holmes’te Doktor Watson karakterindeki performansıyla başlamıştı. Aynı mimikleri farklı rollere bu kadar güzel oturtabilmesi, büyük bir yetenek ve oyunculuk gerektiriyordu. Martin Freeman’ın oyunculuğuna olan hayranlığım sanırım her filminde daha da artacak. Evangeline Lilly’in zarifliği ve duru güzelliği de, en az oyunculuğu kadar mükemmeldi. Hobbit demişken, Orlando Bloom ile özdeşleşen Legolas’tan da bahsetmek gerek. Bazı karakterlerin oyuncuya yapışması durumu,Orlando Bloom ve Legolas için söylenmiş olmalı.
Film beni hayal kırıklığına uğratsa da; gidip izlenilmesi, üzerine tartışılıp konuşulması gerekir. Neden beklentiler havada kaldı? Neden yönetmen böyle bir yol izledi gibi sorular, oldukça akıl kurcalayıcı.