Korkunun kitaplardan fırladığı, sokaklarda dolaşmaya başladığı bir dünya düşünün. Frenkenstain’nın canavarını düşünün, Dorian Gray’i de unutmayın, vampirler ve kurt adamları da ekleyin ve bolca cadı ve vudu büyüsü ekleyin, güzel bebekler yapın. Yapamıyorsanız da Penny Dreadful’u izleyin. Victor Frenkestein’ın kendi yarattığı ‘yaratıklar’dan nasıl korkup, tiksindiğini görün ve onlara nasıl aşık olduğunu siz de hissedin. Bir yaratıcının en büyük korkusuyla tanışın. Yarattıklarının dünyaya zarar verme isteklerini görün. Penny Dreadful, şimdiye kadar izlediğim en iyi dizilerden biriydi. Korku filmlerinden hoşlanmayan biri olarak Penny Dreadful’u çok kısa zamanda bitirdim ve korku edebiyatına, korku filmlerine karşı bakışım tamamen değişti. Edebiyatın dokunduğu her şeyi güzel ve anlamlı kıldığını bir kez de Penny Dreadful izleyerek gördüm ve edebiyatın biraz daha içine girdim.
İngiliz Edebiyatı’ndan aşina olduğumuz karakterleri hiç böyle hayal etmemiştik. Ne alakası vardı Dorian Gray ile Frankenstein’nın canavarının (John Clare)? İşte diziyi farklı kılan da bu edebi eserlerin birbirine başarılı bir şekilde bağlanmasıydı. Bazen “Bunlar aynı kitapta mıydı?” sorularıyla kafanızı karıştırıp insanı daha da içine çeken dizi sizi korkuta korkuta kendisine bağlıyor.
Olayların Viktorya Dönemi İngiltere’sinde geçmesi beni daha da bağladı diziye. Karanlık bir atmosfer, koyu renk kabarık elbiseler, bakışlarıyla bizi kontrol altına alan Vanessa ve Ethan. Hele Sir Malcom’un etkileyici sözleriyle ben de Afrika’ya giderdim ve oğlu gibi öldükten sonra Afrika’da kalmak beni de üzmezdi.
Bu kadar karanlık bir dünyanın içinde sevgi de geziniyordu cılız ışığıyla aydınlatmak için sisli karanlık sokakları. En güzel sevgiyi, gene en dışlanan sunuyordu bize: John Clare. Dikişli bedeni, soluk benziyle tam anlamıyla yaşayan bir ölü olan Clare, yalnızlığın çaresizliğinde şiire sığınmıştı ve şiirle aldatılmıştı. Yaratıcısına olan öfkesi bu yüzdendi. Yaratıcı onu yalnız yaratmıştı fakat o ölü bir diri de olsa yalnız kalmak istemiyordu. Yaratıcı onu bilim adına yaratırken duygularının olduğunu unutmuştu. Belki o zamanlar o da haberdar değildi kendi duygularının varlığından. Vanesssa’nın Tanrısı olmak isterdim ben. O kadar güzel dua eden bir kadın daha görmemiştim şimdiye kadar. Tam anlamıyla kan ter içinde kalana dek dua ederdi Vanessa ve sadece bebeklerden korkardı. Ethan da dolunaydan. Birleşmeleri iki gezegenin çarpışması gibiydi. Uzak kalmak zordu fakat uzak durmak zorundalardı.
Katliamların, kanın, ölümsüzlüğün ve ölümün uçlarında gezmek isterseniz Penny Dreadful’u izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. John Clare’in bize ihtiyacı var!