Orijinal adı ile Bacheha-ye Aseman (Göğün Çocukları), İran dışındaki ülkelerde gösterime girdiği ismi ile Children of Heaven (Cennetin Çocukları), İranlı yönetmen Majid Majidi’nin 1997 tarihli üçüncü uzun metrajlı filmi. 1999 Akademi Ödülleri’nde “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar adaylığına sahip olan film, bu sıfatı kazanmış ilk İran filmi olarak gözümüze çarpıyor. Ödülü Roberto Benigni’nin La vita è bela (Hayat Güzeldir) filmine kaptırsa da bu yapım sayesinde Majidi, 1996 yapımı filmi Pedar‘dan sonra kendini uluslararası arenada iyice kabul ettiriyor. Yaklaşık 180 bin dolarlık bütçe ile Tahran’da çekimleri tamamlanan yapımın -çoğu Akademi Ödülleri’nde son 5’e kaldığının açıklanmasının ardından olmak üzere- 1 milyon dolara yakın gişe yapması, büyük bir ilgiye mazhar olduğunun göstergesi.
1979 İran Devrimi’nin ardından ülkesinde kalmayı yeğleyen sinema sanatçılarından birisi olan Majidi, hikâyesini anlatmak adına, birçok filminde olduğu gibi yine, çocuk karakterleri ustalıkla kullanıyor. Yoksul bir aileye mensup Ali, Zehra adlı kız kardeşinin ayakkabılarını tamirciden getirirken kaybeder. Hem ekonomik darlığın getirdiği çekinceden hem de babalarının öfkesinden duydukları korkudan ötürü bu durumu hiç kimseye açmama ve Ali’nin ayakkabısını ortaklaşa kullanma konusunda birbirlerine söz veren kardeşlerin anlaşmasına göre öğlene kadar Zehra’nın okulda kullanacağı bir çift ayakkabı, öğleden sonra ise Ali’nin ayağında işlevini görmüş olacaktı. Yalnızca bir çift ayakkabı üzerinden çocuk psikolojisinin her türlü kirden arınmış, duru yapısını sinemaya aktaran Majidi’nin yelpazesi salt çocuk izleyicileri değil, yetişkinleri de kapsıyor.
Filmin açılış sekansında uzun bir ayakkabı tamiri sahnesinin kullanımı, filmin kurulu olduğu temelin ne olduğuna dair bir ipucu mahiyetinde. Tıpkı Majidi’nin sonraki filmi Cennetin Rengi’nde olduğu gibi, bu giriş sahnesi büyük bir önem taşıyor. Zira, izleyici bu girizgâhı görmesiyle birlikte filmin yarattığı evrene adım atmış oluyor. Majidi’nin kendine özgü sakin ve usturuplu dili ilk olarak bu kısımda izleyiciyi sarmaya başlıyor.
Majidi’nin hemen her filminde görsellikte zirveye oynayan fanteziye dayalı çeşitli sahneler bulunur. Cennetin Rengi’nde kümes hayvanlarının yemlenmesi sırasında köy romantizmiyle harmanlanmış o rüya vari sahne, Serçelerin Şarkısı‘nda yüzlerce balığın ve çeşitli şaşkınlıkların etrafa saçıldığı o hayrette bırakan sahnenin oluşturduğu silsilenin Cennetin Çocukları filmindeki yansıması ise Ali ve Zehra kardeşlerin zahirî kirlerin sarmaladığı bir çift ayakkabıyı yıkadığı, sabun köpüklerine umutların ve aza kanaat etmeye alışkın mutluluk hissiyatının yüklendiği o çocuksu sahne. Buna ilaveten ailenin evinin dış avlusunda bulunan ufak havuzdaki hayat dolu turuncu balıklar da bu estetik birleşime katkı sunuyor.
Film sırasında izleyici zaman zaman kendisini bir ahlâk dersinin ortasında bulabiliyor. Caminin çayhanesini işleten baba, ertesi gün cemaate servis edilmek adına kendine emanet edilen şeker topaklarını küpler haline getirme işiyle meşgul iken kendi çayına atmak için Zehra’dan şeker getirmesini istiyor. Önündeki şekerleri işaret eden kızına “Bu şekerler bize güvenilerek emanet edildi.” cevabını vererek mutfaktaki zaten az kalmış olan kendi şekerlerinden getirmesini işaret etmesi, bu derslerden biri. Okulda yepyeni görünümlü pembe ayakkabılara sahip kıza içten içe bir imrenme duyan Zehra’nın karşılaştıkları ise bir başka misal olarak verilebilir. Belki çocuksu bir kıskanmanın da tetiklemesi ile pembe ayakkabılı kızı takip eden Zehra, kızın neşeli tavırlarını varlıklı olmasına veyahut -kendi varlık tanımına göre- pembe ayakkabılarına bağlıyor; fakat kızın evlerine vardığında Zehra’yı şaşırtıcı bir vaziyet beklemektedir.
Majidi’nin değişmez aktörlerinden biri olan Mohammad Amir Naji’nin canlandırdığı baba karakteri ise yoksul ve onurlu bir profil çizmekte. Azeri aksanlı bir baba rolü için 2500 aday arasından sıyrılan İran Azerisi Naji, hem öfkeli hem de sevecen geleneksel bir baba figürü. Ek gelir sağlamak adına oğlu Ali ile kentin zengin kesimindeki evlerin tek tek kapısını çalıp bahçıvana ihtiyaçları olup olmadığını sorarken duyduğu derin hicap, bir günlük mesainin ardından kaptığı dolgun yevmiyenin hemen kendisini çocuksu hayaller kurmaya sürüklemesi, baba karakterinin iç dünyasında yaşadıkları onun da çocukları gibi saf olduğunu gösteriyor.
Zehra’nın ayakkabıyı getirmesini beklemesi okula sürekli geç kalan cefakar ağabey Ali’nin başının yönetimle belaya girmesine yol açıyor. Hatta bu tekrar eden kusurundan ötürü okuldan atılma seviyesine kadar geliyor. Okul müdürünün hücumlarına karşı argüman sunmakta bir türlü muvaffak olamayan Ali’nin, ne zaman cevap verecek olsa gözleri yere çakılı halde baş parmağını saygıyla havaya kaldırması, başlı başına bir oyunculuk harikası . İzleyicinin Ali’nin bu üslubu karşısında hem istemsiz bir biçimde gülümsemesi, hem de -belki de kendi çocukluk anılarının kokuları eşliğinde- içinin burkulması muhtemel. Ali’yi oynayan Amir Farrkoh Hashemian, belki de farkında olmayarak, bu ağır yükü hakkını vererek sırtlıyor.
Başarılı bir öğrenci olması sebebiyle öğretmeninin araya girmesiyle atılma tehlikesinden yırtan Ali, bir gün şehir geneli bir koşu yarışmasından haberdar olur. Verilen ödül hasebiyle birincilikten öte üçüncülük unvanını edinmek ister; zira üçüncüye verilen ödül bir çift spor ayakkabıdır ve Ali bu ayakkabıları Zehra’ya vereceğine dair söz vermiştir. Oldukça etkileyici bir şekilde yönetilen koşu sahnesi, finale yaklaştıkça izleyicinin heyecanının bir üst basamağa çıkmasına neden oluyor. Yırtık ayakkabılarla yarışması yetmezmiş gibi, arkasındaki rakibi tarafından da acımasız bir darbe alıp bir an için yarıştan kopan Ali, verdiği sözü tutmak adına insanüstü bir gayret göstererek istemeden de olsa “handikaplı” birinci gelir. Sonuç açıklandığında donup kalan Ali, gazetecilere poz verirken yaşlı gözleri üçüncülük ödülü olan spor ayakkabılara çakılı kalır.
Daha sonraki sahnede evlerinin avlusundaki havuz başında kız kardeşi Zehra ile sadece hüzünlü gözleriyle konuşan Ali, su toplamış ayaklarını havuza daldırıyor. Bu noktada Majidi’nin imgesel anlatımı devreye giriyor ve havuzdaki turuncu balıklar Ali’nin yorgun ayaklarına hücum ederek adeta onlara canlılık aşılıyor. Filmin yalnızca orijinal kopyasında yer alan ve diğer dillere çevrilmeyen son sahne epilogunda Ali’nin ilerleyen yıllarda dünyaca tanınan bir koşucu olduğunun aktarılması ise enteresan bir ayrıntı. Zira neşe ve canlılık saçan turuncu renkli balıkların da etkisiyle daha çok sembolik olarak yorumlanabilecek bu son sahne, epilogun etkisiyle bir nebze somutlaşıyor. Majidi’nin son sahnedeki bu hamlesini, kendi memleketinin sinema taleplerine hitap etme amacıyla gerçekleştirdiği düşünülebilir.
Oscar adaylığının yanı sıra Fajr, Montreal, Signapur gibi prestijli festivallerden de ödüllerle dönen Bacheha-ye Aseman (Göğün Çocukları), yansıttığı huzur dolu, sade yaşam tarzı ve çocuk psikolojisine dokunaklı yaklaşımı ile Majidi sinemasının köşe taşlarından biri. Eleştirmen Roger Ebert’in Chicago Sun Times’ta yayınlanan, Cennetin Çocukları’nı Vittorio da Sica’nın 1948 yapımı kült filmi Ladri di biciclette (Bisiklet Hırsızları) ile karşılaştırdığı kritiğinde “Kötü niyet barındırmayan ve çok bilmişlik taslamayan, mükemmele yakın, iyi niyetli bir film” olarak tanımladığı yapımın Singapurlu yönetmen Jack Neo’nun Pao ba hai zi adlı filmine de ilham kaynağı olduğunu belirtmekte fayda var.
Not: Majid Majidi’nin filmleri ve sinema dilini incelediğimiz “Majid Majidi’nin Sinema Dili” adlı yazı dizisi için seçtiğimiz ilk film Cennetin Rengi idi. İlgili inceleme için: http://gazetebilkent.com/2013/11/15/cennetin-rengi-majid-majidinin-sinema-dili-1/
Seri dahilinde incelenecek üçüncü Majidi filmi ise Serçelerin Şarkısı (Avaze gonjeshk-ha) olarak belirlenmiştir.