“Müzikal” kelimesini etimolojik manada incelediğimizde; müzikle ilgili, içinde müzik ögeleri barındıran gibi anlamlar ile karşılaşırız. Bir sahne ve gösteri sanatı türü olarak; kendisine özgü bir olay örgüsü barındıran, müzik, dans ve diyalogların olaylarla bütünleştiği duygusal veya eğlendirici sahne gösterisi ya da film şeklinde tanımlanabilecek olan müzikal ise “müzikal film” ve “müzikal tiyatro” adı altında iki ana formu bünyesinde barındırmaktadır.
Müzikalin kökenleri 19. yüzyılın ortalarına dayanmaktadır. Temel olarak müzikalin bazı ögelerini bünyesinde barındıran çeşitli oyunlar 1850’lerde gösterime sunulsa da 1866 yılında Broadway’da seyirci ile buluşturulan “The Black Crook” adlı eser, ilk “müzikal tiyatro” örneği olarak kayıtlara düşülmüştür. İzleyiciler tarafından büyük ilgi ile karşılanan bu oyun, çeşitli kaynaklara göre 474 defa sahnelenmiş, hatta yıllar boyunca yeni müzikallerin yazılmasına ilham olmuştur.
Sinemanın gelişiminden sonraysa; müzikaller tiyatrodan beyazperdeye dökülmüş, bu sektörde de kendisine bir izleyici kitlesi edinmiştir. Amerikan film endüstrisinin erken dönem baronlarından olan Warner Bros. tarafından üretilen ilk müzikal film olan ve Alan Crosland tarafından yönetilen “The Jazz Singer” dönemin sinema çevresinde beğeni ile karşılanmakla beraber Oscar jürisi tarafından istisnai olarak o sene verilen Onur Ödülü’ne layık görülmüştür. Günümüzde dünya çapında prestije sahip birçok film festivalinin ödül yelpazesinde “En İyi Müzikal Film” dalı bulunmaktadır.
Çeşitli açılardan incelendiğinde müzikalin opera, dans, bale, tiyatro ve müzik gibi birçok sanat dalı ile iç içe geçmiş ögeler barındırdığı görülmektedir. Müzikali diğer teatral formlardan ayıran temel kıstas ise konunun “hareket, müzik ve diyalog” üçlüsüne eşit derecede önem verilerek işlenmesidir. Bu nokta, müzikalin izleyici üzerindeki etkisini açıklama konusunda oldukça önemlidir, zira eser izleyicinin daha geniş bir algı yelpazesine hitap etmektedir.
İşlenen konunun ezgisel bir bütüne dayandırılması da; müzikalin ayırt edici özelliklerinden biri olarak sayılabilir. Olay örgüsünün aktarılma sürecinde kullanılan müzik, titizlikle seçildiği takdirde, müzikalin kitleler üzerindeki etkisini arttırabilmektedir. Çünkü müzik, hem izleyicinin dikkatinin dağılmasını önleme hem de izleyicinin aktarılan konuya adapte olabilmesini sağlama adına önemli bir işleve sahiptir. Konunun genel yapısına uygun olan müzikler çoğu zaman izleyicinin işlenen konunun özünü daha iyi kavramasını sağlamaktadır.
Bir diğer bileşen olan dans, birçok sanat dalında da kullanılmakla birlikte; müzikalde ezginin anlatımda yetersiz kaldığı bazı durumlarda devreye girebileceği gibi, doğrudan ezgi ile uyumlu bir bütünlük de oluşturabilmektedir. Nitekim; müzikallerde duygu yoğunluğunun en yüksek seviyede olduğu anlar, müzik ile dansın aynı anda sunulduğu sahnelerdir. Dans, sanatın temel amacı olan duyguyu ifade etme konusunda yüksek derecede bir önem ifade etmektedir. Zira, duygunun harekete geçirilmiş halini aktarmak, doğrudan izleyicinin duygusal alıcılarına hitap etmektedir. Bu durum da, izleyici adına daha etkileyici bir tecrübe anlamına gelmektedir.
Diyalog, müzikalin diğer bileşenlerine nazaran daha gölgede kalmış gibi görünse de, aslında bir hayli kritik bir noktada durmaktadır. Çünkü diyalog; müzik ve dans ile harmanlandığı taktirde izleyici adına daha akılda kalıcı bir konuma gelmektedir. Diyalogların kafiyeli şarkı sözleri biçiminde sunulması neredeyse bütün müzikallerde gözlenen bir durumdur. Performansın ardından gösterim yapılan kitlenin ana fikir olarak algılayabileceği mesaj; senaryonun barındırdığı, müzik ve dans eşliğinde sunulmuş birkaç vurucu pasaj olacaktır.
Sonuç olarak, spesifik bir duygunun veya amacın alıcıya aktarılması konusunda müzikalin diğer teatral formlara nazaran daha etkileyici bir kuvvete sahip olduğu açıktır. Bunun altında; birçok formun etki bırakan özelliklerini bir bütün olarak bünyesinde barındırması yatmaktadır.