Kimimizin sınavları yeni bitti, kimimizin tatilinin sonu geldi ama; şurası kesin ki şu an ortak tatil dönemindeyiz. Tatil döneminde yapılacakları düşününce, aklıma direkt kitap okumak ve film izlemek gelir. Yorucu bir dönemi sonlandırdıktan sonra, kitaplar ve filmler gibisi yoktur. Hele ki tatilin son birkaç günündeyseniz ve yeni kitaba başlamak istemiyorsanız, filmlerin en keyiflisi bu dönemde izlenir. Ben de yapılan bir öneriyle önceden izlediğim ve birçok kez daha izlemeyi düşündüğüm bir filmin bu yazıma konu olmasına karar verdim: ‘Akıl Oyunları’ (‘A Beautiful Mind’).

(Yazımın ileri kısımlarında spoiler vardır.)

martin

Ekonomi alanında Nobel Ödülü kazanmış matematikçi John Nash’in hayatını konu alan film, kuşkusuz biyografik temalı filmlerin ilk üçüne girer. John Nash’in hayatına küçük bir bakış atmamızı sağlayan filmin, kısaca akışından bahsetmek isterim. John’un Princeton Üniversitesi’ne girmesiyle başlıyor film. Burada oda arkadaşı Charles Herman’la tanışıyor ve Nash’in duygusal ve zihinsel devinimlerini atlatmasına yardım ediyor bu karakter. Hırslı ve genç bir adam olan Nash, kendi orijinal fikri üzerinde çalışmak istiyor ve fikir aklına birkaç arkadaşıyla bir bardayken geliyor. İleride “Oyun Kuramı”na dönüşecek bu fikir; Nash’e hayatının ileri dönemlerinde Nobel’i kazandıyor. Bu konu hakkında bir makale yayımladıktan sonra MIT’te işe başlıyor.

“Bir dahi, sorudan önce cevabını görür.”

Oppenhaimer

unutulmaz-film-replikleri-2_69964_bPentagon’da kodları kırmaya yardım ederek hükümete yardım eden Nash’in hastalığının önemli belirtileri burada ortaya çıkmaya başlıyor. Pentagon’daki işlerini gören ve hükümetin ona ihtiyacı olduğunu söyleyen Parcher tarafından kendisine çok önemli görevler verildiğini ve gizli ajan olduğunu zanneden Nash, bu arada Charles‘la tekrar konuşmaya başlıyor ve Charles onu Marcee adındaki yeğeniyle tanıştırıyor. Aynı zamanda MIT’de çalışırken fizik üzerine master yapan Alicia Larde’le tanışıyor ve kısa süre sonra, Charles’ın Nash’i cesaretlendirmesiyle evleniyorlar. Nash’in hastalığı, evlilikten sonraki dönemde kötüleşiyor. Parcher ve Sovyet ajanları arasında geçen bir silahlı çatışmaya tanıklık ettiğini düşünen Nash’ın paranoyaklığı giderek artıyor.  Ardından konuşmacı olarak katıldığı Harvard Üniversitesi’ndeki bir konferansta, Sovyet ajanlarının onu takip ettiğini düşünerek kaçıyor ve Dr. Rosen tarafından sakinleştirilip bir psikiyatri hastanesine yatırılıyor. Burada John’a, paranoyak şizofreni teşhisi konuyor.

Başlarda doktora inanmayan ve Nash’in hasta olmadığını düşünen Alicia, John’un iş yerine gidiyor ve yaptıklarını görmek istiyor; manzara çok iç açıcı olmuyor. Alicia hastaneye geri dönüyor ve John’u gerçekte var olmayan şeyler gördüğüne, aslında Marcee, Charles ve Parcher’ın var olmadığına inandırıyor.  Nash burada bir sene tedavi gördükten sonra, Alicia ve yeni doğan oğlunun yanına eve çıkıyor. Ancak kısa süre sonra, ilaçlarını gizlice almayı bırakıyor ve hastalığının belirtileri yine ortaya çıkmaya başlıyor. Parcher’ı tekrar görmeye başlayan Nash, hükümetin ona ihtiyacı olduğuna inanıyor ve gizlice bir işi olduğuna kendini ikna ediyor. Charles ve Marcee’nin de hayalleri geri dönüyor bu arada. Alicia evlerinin arka tarafında terk edilmiş bir kulübenin içinde Nash’in notlarını bulunca onun ilaçlarını almadığını ve hastalığının geri geldiğini anlıyor. Bu olayın hemen ardından Nash, bu sefer gördüğü kişilerin gerçek olmadığını kendi keşfediyor ve sonunda gerçekten hastalığının olduğuna inanıyor. Ardından Dr. Rosen’ı çağırıyorlar ve Alicia, John ve doktor konuşuyorlar.

beauti2

Filmin geri kalanı; hastalığın belirtilerine nasıl alıştığını, onları görmezden gelmeyi öğrenmesini ve kendine yeni bir hayat kurmasını konu alıyor. Alicia ve John, hastalıkla ilgili konuşmaları sırasında John’un sosyalleşmesi gerektiğine karar veriyor. Princeton Üniversitesi’ne tekrar gidip oranın kütüphanesinde ders çalışmaya başlıyor Nash, ardından derslere girmeye ve bir öğrenci gibi bazı şeyleri yapmaya başlıyor. Sanrıları yeterince iyi kontrol edebilmeye başlayınca, profesör olarak derslere girmeye başlıyor ve önceden geliştirdiği ‘Oyun Kuramı’, ekonomi alanında Nobel Ödülü’nü alıyor.

maxresdefault

Filmin önemli noktalarından biri olan bu sahne, John’a hayatı boyunca yaptığı hizmetler ve kazandırdıkları için duyulan takdir ve saygıyı simgeliyor.

Russell Crowe, John Nash rolünde inanılmaz bir iş çıkarmış ve oyunculuk yeteneğini bir kez daha kanıtlamış bence. Özellikle; hem bizim gibi bir insan olduğunu, hem de gördüğü halüsinasyonların gerçekliğini ve onlara inanışını yansıtmayı gerçekten çok iyi başardığını söylemeden geçmeyeceğim. Bence işin gerçekten hasta olan birini canlandırma yönünde asıl ustalığı ortaya çıkmış. Daha önce birçok filmini izlemiş bir Russell Crowe hayranı olarak, diğer yazılarımda da bahsettiğim gerçek oyuncu karakterine tam uyduğunu söylemek istiyorum. Benim için bazı aktörler, belirli tiplemelerle özdeşleşmişlerdir. Mesela Javier Bardem (No Country For Old Man (2007)) psikopat karakterlerde ve Jack Nicholson da (Cinnet (1980), Köstebek (2006), Guguk Kuşu (1975)) deli rollerinde kalıplaşmıştır. Russell Crowe da zeki ve strateji gerektiren, ayrıca birçok kişiliği içinde barındıran rolleri canlandırmada kalıplaşmıştır kafamda.

Filmin diğer karakterlerinden söz etmeden de geçmemek lazım. Jennifer Connelly, Alicia Nash rolünde çok başarılıydı. Biraz şaşkın, cesur, zeki, sabırlı ve sorunları çözmekte başarılı bir karakteri hakkını vererek yansıttı. Genellikle hırslı ve kötü karakterlerden hatırladığımız Ed Harris, (National Treasure: Book of Secrets(2007)) Parcher rolünde başarılı bir oyunculuk sergiledi. Charles rolünde Da Vinci’nin delusionsŞifresi‘nden tanıdığımız Paul Bettany; gerek psikolojik anlamda John’a destek olmak, gerek olayların akışını sorgulatmak açısından önemli bir karakterin hakkını verdi. Filmde bahsetmeden geçmek istemediğim iki karakter daha var: Marcee ve Martin. En başta o kadar yakın görünmeseler de Martin, John Princeton’a döndükten sonra ona hayata uyum sağlamasında yardımcı olması açısından oldukça önemli bir karakterdi. Marcee ise olayların duygusal yönünü ve Nash’in gerçekle hayal arasında gidip gelmesini yansıtmada ve aynı zamanda onun hastalığını keşfetmesi yolunda önemli bir karakterdi bence.

beautiful_mindJohn Nash’in filmle aynı adı taşıyan, Sylvia Nasar tarafından yazılmış biyografisinden uyarlanan filmde eleştirmek istediğim bazı konular var. Filmi ilk izleyişimde gerçekten iyi çekilmiş bir film olduğunu düşündüm; John Nash’in hayatını tam anlamıyla yansıtmakla beraber, konuyu da gerçekten ilgi çekici işleyebilmişti. Ardından John Nash’i araştırmaya karar verdim ancak; başka birçok yerde gördüğüm ve hayat hikayesini okuduktan sonra da katıldığım yorumlar beni hayal kırıklığına sürükledi birkaç konuda. Filmin üçte biri Nash’in zekasının yansıtılmasına, bir diğer üçte biri hastalığına, son üçte birlik kısmı da Nash’in duygusal ilişkilerine dayalıydı filmde. Bu üç kısım, birbirine kenetlenmiş bir bütün olarak sunulmuştu; ama duygusal ilişkileri kısmında, aslında filmde yansıtıldığı gibi harika, hep destek olan bir eşin ve hiç ayrılık yaşanmamış bir evlilik hayatının gerçek hayatında olmaması ve onun yerine gerçek hayatta Alicia’dan önce bir kere evlenmiş ve bir çocuğa sahip olması, hayal kırıklığımın büyük bir kısmını oluşturuyordu. Bu,filmin gerçekçiliğinin bir kısmının çalınmış olduğunu hissettirdi bana. Filmde bu durumların aksi iddia edilmese bile; ben bunların da aktarılması taraftarıyım. Bunlarla birlikte gerçekçi yönünün artmasıyla beraber, asıl zorluklar ve çalışmalar da öne çıkarılabilirdi diye düşünüyorum. Filmde verilmeyen, fakat beni meraklandıran bir başka nokta ise;  John Nash’in oğluna ne olduğuydu. Bildiğimiz üzere şizofreni genetik özelliği de olan bir hastalık ve oğlunun hayatında ne gibi gelişmeler olduğu merak uyandırdı bende. Küçük bir araştırma sonucu, onun da bir matematikçi ve şizofreni hastası olduğunu öğrendim. Bu durumun, filmde en azından bir kez bahsedilmesi gereken başka bir konu olduğunu düşünüyorum.

Yazının sonuna gelmeden, filme başka bir bakış açısı daha getirme taraftarıyım. Tüm filmi ilk izleyişimde, bir biyografi olduğunu düşünerek izledim. Hayatının evrelerini anlamaya ve olayları takip etmeye çalıştım. Bununla birlikte, bu filmin en az iki kez izlenmesi gerekenlerden olduğunu düşünüyorum; çünkü ikinci izleyişte önceden fark etmediğiniz küçük detayları fark ediyorsunuz ve filmin akışını zaten bildiğiniz için, Nash’in çalışmalarına ve ilişkilerine daha iyi odaklanabiliyorsunuz. Oyun kuramını, aslında insanlara nasıl davrandığını ve çekincelerini, nasıl da çok zeki olduğunu, aslında en başından beri hastalığın belirtilerinin olduğunu fark ediyorsunuz. İyi seyirler…

3792_4

Fragman ve imdb sayfası.

Leave a Reply