Her ne kadar biz tarih derslerimizde I. Dünya Savaşı kadar detaylı öğrenmemiş olsak da, tarihin en büyük soykırımlarından birine şahitlik etmiş olan II. Dünya Savaşı birçok acı yaşattı her savaş gibi. “Eğer savaş kaybedilmişse halkı da kaybetmenin hiçbir önemi yoktur,” diyerek insanları harcayabilmiş Hitler, “Şeytan bizimle, beraber kazanacağız,” diyerek ne tarafta olduğunu açıkça belli eden Stalin, “Kan, zorluk, gözyaşı ve terden başka vaat edecek bir şeyim yok,” diyen Churchill… Her biri şimdi tozlu sayfalarda yer alsalar da, aldıkları küçük ya da büyük kararlar ve yaptıkları her hareket günümüzde hala bizlerle birlikte yaşıyor. Yaşanan acılardan ve olaylardan çıkarılan filmler ise her ne kadar sanatsal anlamda büyük değer ifade etse de, keşke o acılar olmasaydı ve o savaş hiç yaşanmasaydı da filmler de karşımıza çıkmasaydı, diyoruz. Ben bugünkü yazımı o keşke hiç olmasaydı dediğimiz olaylar üstüne çekilmiş, gerçekleri en çarpıcı sahnelerle göstermiş II. Dünya Savaşı filmlerine ayırdım.
1- Schindler’s List (Schindler’in Listesi)- 1993
IMDb ilk 250 filmleri listesinde beşinci sırada yer alan bu filmi zannederim pek çoğunuz izlemiştir. Ben bu ününü fazlasıyla hak eden filmi epey geç izledim ve hala izlememiş olanlara tek tavsiyem hemen izlemeleri. 1993 yılında yayınlanmış olan film ayrıca bir Steven Spielberg yapıtı. İzleyenleriniz eminim ki Liam Neeson’ın Oskar Schindler rolünde film boyunca ve özellikle filmin sonundaki performansını oldukça beğenmiştir ve hatta pek çoğunuzu ağlatmıştır kendisi. Filmin bana her ne olursa olsun sıradan biri olarak yaşamamak gerektiğini; bir uğurda gerekirse ölmeyi, fark yaratmayı düşündürdü; yani Oskar Schindler gibi olabilmeyi. Bu arada film gerçek bir hikayeden alındığı için hakkında yaptığım araştırmalarda aslında Schindler’in filmdeki gibi biri olmadığı, aksine çıkarına göre hareket ettiği yorumları da mevcuttu, fakat ben filmde gördüğümüz Oskar Schindler’in nasıl biri olduğunun yoruma açık olduğunu sanmıyorum. Itzhak Stern’in filmde söylediği, bizim de pek çok yerde gördüğümüz gibi “Bir kişinin hayatını kurtaran, bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir”. Keşke listenin hayat olduğu gerçeği hep kalsa ama marjinler ölüm değil, hayat olarak daha çok kişiyi kapsayabilseydi.
2- The Pianist (Piyanist) – 2002
En az Schindler’in Listesi kadar ünlü olan bir diğer film de Piyanist ve başrolde en az Liam Neeson kadar başarılı Adrien Brody. 2002 yılında yayımlanmış ve yönetmen koltuğunda Roman Polanski’nin yer aldığı film, filme adını veren Polonyalı Yahudi bir piyanist olan Wladyslaw Szpilman’ın hikayesini anlatıyor. Bu filmin bizi yakalayan boyutu da yine Schindler’in Listesi gibi bir yaşanmışlığı anlatıyor olması. Yaşadıkları sıkıntılı günlerde Szpilman ailesinin 20 Zloty’lik küçücük bir karameli sayılarınca bölüşmesini, Alman subay Wilm Hosenfeld’i, Szpilman’ın hayali piyano çalışını unutmak ise imkansız. Tek dileğimiz şimdilerde Szpilman’ın filmde saatini verirken “Bunu sat, yemek zamandan daha önemli,” dediği zamanlara bir daha asla dönmemek.
3- The Boy in the Striped Pajamas (Çizgili Pijamalı Çocuk) – 2008
Diğerlerinden farklı olarak acımasız savaş dünyasını bizlere masum iki çocuk üzerinden anlatan film Mark Herman yönetmenliğinde 2008 yılında çekilmiş. Auschwitz kampına yakın bir evde yaşayan Bruno’nun babası Naziler tarafından burada görevlendirilmiştir. Öte yandan Schmuel ise Auschwitz’te yaşayan, daha doğrusu buna yaşamak denemeyeceği için, Auschwitz’te kalan bir diğer küçük çocuktur, namıdiğer çizgili pijamalı çocuk. Yetişkinlerin kaskatı kalbinin, fanatizminin, korkularının aksine bu iki çocuk yumuşak yürekleri, birbirlerine kucak açmaları ve cesaretleri ile dost olurlar. Film de bu dostluğun oluşumu ve devamını konu alıyor. Bu film gerçek bir hikayeye dayanmasa da John Boyne’nin aynı adlı kitabından uyarlama olarak karşımıza çıkıyor.
4- Der Untergang (Çöküş) – 2004
Belki de bu dört film arasında beni en çok içine çeken film bu olmuştur. Diğerlerinden Almanca olması yönüyle de farklılaşan film, “bu filmler neden Almanca değil?” diye soranlara iyi bir alternatif olabilir. Çizgili Pijamalı Çocuk gibi bir kitaptan (Inside Hitler’s Bunker- yazarı Joachim Fest) uyarlanan filmin çıkış tarihi 2004 ve yönetmen koltuğunda Alman yönetmen Oliver Hirschbiegel’i görüyoruz. Hitler’in son günlerini, o “zirvedeki” günlerinin aksine, çöküşteki anlarını ekrana taşıyan film insanlardaki fanatizmi, Hitler’in peşinden nasıl gittiklerini tekrardan fark etmemizi ve insanların kullanıldıklarında ne kadar tehlikeli hale gelebileceklerini anlamamızı sağlıyor. Adolf Hitler rolü ile benim gözümde efsane bir oyuncuya dönüşen Bruno Ganz zamanında Schindler’in Listesi filminde Oskar Schindler rolünü de geri çevirmiş. Filmde söylediği “Böylesi bir savaşta sivil diye bir şey yoktur,” cümlesi gibi, savaşın acımasız yönünü bize gösteren birçok vurucu söz de filmi oldukça etkileyici hale getirmiş.
Her ne kadar bunlar dışında Er Ryan’ı Kurtarmak, Hayat Güzeldir, Kapıdaki Düşman gibi kaliteli başka filmler olsa da yazım için seçtiğim filmler bunlardı. Eğer ki aralarında izlemediğiniz varsa bu konuya ilgi duymuyor olsanız da izlemenizi, “filler tepişirken, olan çimenlere olur,” sözündeki gibi güçler savaşı altında insanların nasıl sefilliklere sürüklendiği ve başkalarının savaşında can verdiği, zulümlere baş eğmek zorunda kaldığını görmek adına tavsiye ederim. Tarihten ders almalıyız denir ya, keşke böyle bir savaş olmasaydı da dersi de hiç olmasaydı… Ne bu filmler çekilseydi, ne bu kitaplar yazılsaydı, ne de bu zulümlerin getirdiği kahramanlara gerek kalsaydı. Yahut da en azından keşke “Bu arada ben Yahudi’yim,” diyen Itzhak Stern’e herkes Oskar Schindler gibi “Peki, ben de Alman’ım,” diyerek ırksal farkları umursamadığını gösterebilseydi. Keşkeler, keşkeler… Keşke hiç olmasaydı bu “keşke”ler!