Bu kadar az sayfada, bu denli az karakter ve bu derece durağan bir kurmaca nasıl bu kadar akıcı olabilir? Tanımadığınız, görmediğiniz bir evin zaman içerisindeki değişimler size ne kadar anlamlı gelebilir? Evlerde odalar, odalarda eşyalar, eşyalarda insanlar nasıl anlam kazanabilir?
Tüm bu soruların cevabını yeni dönem yazarlarımızdan Orçun Türkay veriyor, “Dans Ediyor Bir Hane” adlı anlatısında. Okurun kendini bir anda bilmediği bir hanenin detayları arasında bulduğu bu kurmacada, eşyalar öylesine detaylı betimleniyor ve öylesine yer ediniyor ki akıllarda; okumaya devam ettikçe evden biri gibi bakmayı başarıyor okur. Evden biri gibi bakabilmeye başlamaksa bu haneye çöken hüznün ve yaşanmışlıkların bir parçası olmanın ilk adımı oluyor aslında.
Evet, bu hanede hüzün var. Zaman içerisinde solmuş renkli duvar kâğıtları, boşalmış kafesler, sayıları giderek azalmış kapılar ve Türkay’ın kaleminden çıkmış daha birçok detay… Fakat güzel olan bu hüzün değil, yazarın bu hüznü okura yansıtma biçimi.
Zamanla bu hanede olup bitenleri bir bir anlatmıyor Türkay okuruna. Kronolojik ilerlemeye alışmış okurunu zorluyor her şeyden önce. Okur insanların hareketlerini, yaşadıklarını okumayı beklerken Türkay eşyaların, mekânların geçirdiği değişim üzerinden anlatıyor olup biteni. Daha ilk bölümün ilk cümlelerinde yer verdiği kafesin hikâyesini, kanaryanın altındaki yataktan üstüne gelen sigara dumanından tepetaklak öldüğünü, 22. bölümde geçen bir satırdan öğreniyor okur.
Bu kurmacanın insani yönü öylesine eksik ki; insana dair en küçük iz, en hafif duygu devleşiyor satır aralarında. Hissedilen her yaşanmışlık önem kazanıyor okurun nazarında. Çevirmeli kırmızı telefonun yerini alan tuşları siyah, bej telefon hakkında yazılanları okurken evde telefonun ilk kez orada çaldığı anı hatırlatınca Türkay okuruna, bu hanede bir zamanlar her şeyin ilkinin yaşandığı, canlı bir hayatın olduğunu hissetmek dahi iyi geliyor okur olarak size.
Karakterler az. Adam, kadın, arada bir de komşu kadın. Hareketler az. Otur, kalk, yüzünü dön, merdiven çık. Duygular az, duygular belirsiz. Çoğu zaman adamla kadın aynı anda aynı odada bile durmuyor. Bir kere görüyorsunuz onları birlikte, o da yatakta ama sırt sırta mılar yüz yüze mi belli değil. Bu neden önemli peki? Çünkü gerçekten ihtiyacınız var bütün bu sessizlikte insani duyguların varlığına.
Cümleler kısa. Çıkarımdan uzak ama buna rağmen eleştiriler net. Beyaz eşya satıcısı olan dükkândan bahsederken “bir ara kadın berberi, bir ara pastane olacak, en sonunda markete dönüp bakkalları kapattıracak” diyor Türkay. Size de okur olarak bu eleştirilerin yanına birer yıldız koymak düşüyor.
Yazılanlar az, yazılanlar sessiz, hareketsiz.
İnsanlar az, duygular sessiz, dans eden bu hane aslında çok hareketsiz.