Hep tartışılan fakat çoğu zaman mutabakata varılamayan bir sorudur ‘’Yazarlık sonradan öğrenilebilen bir şey midir, yoksa doğuştan gelen bir yetenek midir?’’ Yaratıcı Yazarlık Atölyesi kavramının da son yıllarda gündeme sıkça gelmesiyle daha da alevlenen tartışma, her gün farklı yönlerden ele alınarak büyümeye devam ediyor. Lise yıllarımda Yaratıcı Yazarlık Atölyelerine gitmiş biri olarak şunu net bir şekilde ifade edebilirim ki yazmak, bu anlatıların her ikisini de kapsar. Yani yazmak, içten gelen salt bir yeteneği, sonradan öğrenilen teknikler ve çokça yapılan okumalarla yoğurmak ve ortaya bir sanat eseri çıkarmaktır bana göre. İkisi de birbirini tamamlayan, olmazsa olmaz ögelerdir iş yazmaya gelince. Bu noktada Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, bu teknikleri öğrenmenin ve doğru okumaları yapmanın profesyonel bir yolu olarak çıkıyor karşımıza. Peki, atölyenin işleyişi nasıldır? Dersler hangi sırayı takip eder? Bu soruların cevaplarını da yazma serüvenimin esas kahramanı olan, lisedeki Türk Edebiyatı öğretmenim ve aynı zamanda gittiğim Yaratıcı Yazarlık Atölyesinin öğretmeni Meral Bahar’dan almak istedim:
GazeteBilkent: Yaratıcı Yazarlık Atölyesi açma fikri kafanızda nasıl oluştu?
Yaratıcı Yazarlık Atölyesi açma fikri aslında hep vardı. Böyle bir çalışma yapmayı uzun süredir düşünüyordum. Türk Edebiyatı, Dil ve Anlatım derslerinde yazı yazma çalışmalarına fazla ağırlık veremiyoruz. Zaten bitirmemiz gereken bir müfredat var ve zaman çok kısıtlı. Ve kuşkusuz edebiyat sonu olmayan bir uğraş. Kısıtlı zamanlarda yaptığımız yazma çalışmalarında bazı öğrencilerin cidden yetenekli ve yazmaya istekli olduğunu görünce artık böyle bir çalışmanın zamanının geldiğini düşündüm. Gerekli duyuruları yaptık ve umduğumdan çok daha fazla sayıda taleple karşılaştım. Böylece atölye maceramız başlamış oldu.
GazeteBilkent: Özellikle lise öğrencilerine yönelik bir çalışma yapmanın zorluklarını neler sizce?
Aslını ararsanız özellikle lise öğrencilerine yönelik bir çalışma yapmanın zorlukları da var, kolaylıkları da… Zor, çünkü önce dil bilincinin oluşturulması gerekiyor. Aracımız dil olduğuna göre dilin doğru kullanımı ve kuralları, dilimizin zenginliği ve incelikleri bilinmeden yola çıkılması mümkün değil. Onun için öğrencileri mümkün olduğunca çok ve güzel örnekle karşılaştırmak gerekiyor. Yazdıklarından çok daha fazla okumaları gerektiğini kavramaları gerekiyor. Bütün bunlardan sonra gelen aşamalar daha kolay ve zevkli. Gençler, almaya açıklar ve onlarla çok keyifli vakit geçirebiliyorsunuz.
GazeteBilkent: Klasik soruyu size de sorayım, elbette yazmanın bir bakıma öğrenilebilir bir eylem olduğu düşüncesiyle bu yola çıkmışsınızdır, fakat size göre yazar olma serüveninin ne kadarı yeteneğe, ne kadarı sonradan öğrenmeye bağlıdır?
Allah vergisi bir yeteneğe benim bir diyeceğim yok ama ben yazarlığın alın teri olduğuna inanırım. Yeryüzünde bu yetenekle doğup keşfedilmeden hayattan gelip geçmiş kim bilir kaç kişi vardır? Yazarlık bir duvar inşa etmek ya da bir ağ örmek gibidir. Gördüğünüz, duyduğunuz, tattığınız, dokunduğunuz, kokladığınız her şey; okuduğunuz her satır; hayalleriniz ve düş kırıklıklarınız; yaşanmışlıklarınız ya da yaşayamadıklarınız; yüreğinize dokunan insanlar… Kısaca insan olmaya dair her şey bu duvarda bir taş ya da ağınızdaki bir ilmek olur. Ve yazar alın teriyle, şevkle bunları yavaş yavaş örer. Her zaman ortaya şaheser çıkmaz. Bu yüzden yazarlık biraz sabır işidir, emek işidir, süreklilik gerektiren bir uğraştır bence. İstediğiniz kadar yetenek sahibi olun, yazmadan yazar olamazsınız.
GazeteBilkent: Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’nde öğretmen olmanın en büyük zorluğu neydi?
Bir yıl boyu çalıştık ama bence zaman yine de yetersizdi. Çünkü tam öğrencilerim yazmanın tadına varıp kendilerini daha rahat ifade etmeye başlamışlardı ki zamanımız tükendi. Bir de ön yargıları kırma meselesi var. Çalışmalarda öğrencilerin yazılarını akıllı tahtaya yansıtıp incelerken “Ben galiba bu işi başaramayacağım.” diye yılgınlık gösterenler, yazı yarışmalarına katılıp derece alamayınca üzülenler ve onların ikna edilme süreci tatlı bir zorluk yaratıyor elbette. Ama tüm tereddütlere rağmen ders saati gelince yerlerini aldıklarını görmek her şeyi unutturuyor.
GazeteBilkent: Atölye’deki öğrenme sürecinde öğrencilerin yaşadığı en büyük zorluk neydi?
Okuldaki ağır ders yüküyle birlikte böyle gönüllü bir çalışmayı yürütmek zordu. Çünkü atölye çalışmalarından çok daha fazlasını evde yürütmek gerekiyordu. Öğrencilerim de ben de yazı çalışmalarına fazladan zaman ayırmak zorundaydık. Onlar yazarak mesai harcarken ben onların yazdıklarını inceleyerek, üzerlerine not düşerek mesai harcıyordum. Çocuklarım okuldaki neredeyse tüm dinlenme zamanlarını bu çalışmalara ayırdılar. Bir de sürekli okumalarımız vardı. Önceden okuma alışkanlığı edinememiş ya da bu alışkanlığı tam oturtamamış olanlar daha çok çalışmak zorunda kaldı.
GazeteBilkent: Derslerde yapılan okumalarda kullanılan kaynakları seçme konusunda bir kriteriniz var mı?
Amerika’da, Avrupa’da bu çalışmalar uzun süredir yapılıyor. Dolayısıyla konu ile ilgili kitaplar da yazılmış. Bizde bu çalışmalar yeni yeni boy göstermeye başladığı için kaynaklar sınırlı. Ben atölye çalışmalarımda Murat Gülsoy’dan çok faydalandım. Ancak metin seçimlerinde dil hassasiyetine sadık kaldım. Aylarca öykü üzerinde çalıştık ve hemen her tarz öyküyü görmeleri, her bakış açısı ile ilgili fikir sahibi olmaları için uğraştım. Sadece görmenin ve göstermenin yetmeyeceğini, beş duyuya seslenebilmenin önemini anlayabilmeleri için birçok öyküyü inceledik. Ömer Seyfettin’den Sait Faik’e, Haldun Taner’den Nurer Uğurlu’ya, Sabahattin Kudret Aksal’dan Bilge Karasu’ya kadar çok sayıda öykü akıllı tahtadan gelip geçti…
GazeteBilkent: Atölye çalışmalarında bize çok eğlendiğimiz oyunlar oynatırdınız ve her oyun aslında bir çalışmanın başlangıcı olurdu. Kendiniz bu çalışmaları yazmayı düşünmediniz mi? Hem atölye çalışması yapacaklar için de özgün bir kaynak oluşturulması için?
Ah, onu hiç sorma. Aslında ben atölyenin hikâyesini anlatan böyle bir kitap yazdım, her çalışmayla ilgili örnekler verdim ama bir türlü yayıncı bulamadım. Kitap iki yıldan beri editörden editöre geziyor. Bu işler de maalesef ya maddi bir güç ya da isim istiyor. İkisi de yoksa yazdıklarınızın önemi de yok.
GazeteBilkent: Son olarak, Yaratıcı Yazarlık Atölyesi açmak isteyenlere ve bunlara katılmak isteyenlere verebileceğiniz tavsiyeler var mı?
Tavsiye vermekten ziyade çalışmalarımızla ilgili bir değerlendirme yapmak isterim. Yaratıcı Yazarlık Atölyesi, hem çok emek isteyen bir iş hem de çok zevkli. Biz okul bünyesinde egzersiz çalışması olarak bu etkinliği gerçekleştirdik. Hiçbir kâr amacı gütmeyen, gönüllülük esasına dayalı bir faaliyetti. Bir yılın sonunda çeşitli yazı yarışmalarında, beş Türkiye derecesi ve on dokuz da bölge, il ve ilçe derecesi aldı öğrencilerim. Bu başarılar da onların yazma isteğini ve kendilerine güvenini besledi. Şimdi hepsi çeşitli üniversitelerde okuyor ve yazmayı sürdürüyorlar. Mesela 25 Mart’ta Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nin 2014’te düzenlediği “Sosyal Medya ve Dil” konulu deneme yarışmasında Türkiye beşincisi olan öğrencimle (Sare Polat) ödül törenindeydik. Bu yazı da bizim atölye çalışmalarımızdan çıkmış bir yazıydı. Emek ve yetenek birleşince yazı serüveni başarıdan başarıya koşuyor.
İlk dersimizde öğrencilerime söylediğim bir şey vardı:
“Yaratıcı Yazarlık Atölyesi çalışmalarına katılan herkes yazar olamaz belki ama kendini derli toplu anlatma becerisi kazanabilir. Bunu değerli bir kazanım olarak görmek gerekir.”
GazeteBilkent: Vakit ayırıp sorularımı cevaplandırdığınız için çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
Kaynakça: Yazıdaki görsel, Mehmet-Hanife Yapıcı Anadolu Lisesi’nin resmi sitesinden (http://yapicianadolulisesi.meb.k12.tr/) alınmıştır.