“Bozaaaaa…”
Önceki nesillerimizin soğuk, karlı kış gecelerinin sessizliğini bölerdi bu ses bir zamanlar. Çocuklar sobanın başında ısınmaya çalışıp kedi misali uykuya dalmak üzereyken sokaktan gelen, bu sattığı şeyden olsa gerek; ılık sesin sahibini görmek için pencereye koşarlardı. Tüm hanenin neşesi olurdu, güğümden dökülen koyu yoğurt kıvamındaki sıvı. Seri üretim sonucu; sokaktaki bu ılık sesli bu insanlar da, sattıkları şeyin güğümden dökülmesi gibi önce isteksiz ve yavaş yavaş, sonra da üzerine leblebi ve tarçın dökülmesinden sonra kaşıklanması gibi aceleyle kayboldular. Ilık sesli bu insanlar darıdan yapılan koyu sıvıyla o kadar bütünleşmişlerdi ki; plastik şişelere konup soğuk market raflarına yerleştirilmesi, bu ekşi-tatlı içeceğin tüketimini büyük ölçüde azaltmakla kalmayıp boza içilen akşamlardaki hatıratı da unutuluşun dipsiz kuyusuna gönderdi.
İlk defa Mezopotamya’da üretilen boza, yaklaşık on bin yıllık bir tarihe sahiptir. Bilinen en eski içki olan biranın ilk hali olarak adlandırabileceğimiz boza, ortaya çıktığı ilk zamanlarda arpa veya darının fermente edilmesiyle yapılmıştır. Üretimi çok ilkel yöntemlerle bile yapılabilmesine rağmen; başka yerlerde hatırı sayılır boza üretimine rastlanmamış ve yayılışı Türkler tarafından göçler vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Kim bilir, belki de insanların bozayı gidip almak yerine evlerine kadar getirilmesi tercihi de; bozanın servis edilmesinin, onun içkin mahiyeti haline gelmesinden ötürüdür.
Selçuklular’ın bekni, Karahanlılar’ın buhoun, Venediklilerin bir tacirin söyleyişiyle bossoi, Romenlerin ve Rusların ise braga ismini verdikleri bu içeceği tanımlayan kelimelerin hepsi bir yana; Refik Halit’in ifadeleriyle “…ağız dolduruculuk, koyuluk, tokluk, aynı zamanda son iki harfi sayesinde bir yumuşaklık, hatta yarı mayhoşluk vardır…’’ boza kelimesi bir yanadır.
Hayat gibi bazen ekşi, bazen tatlı darıdan yapılan bu Türk birası, altın çağını Osmanlı zamanında yaşamıştır. Ancak en gösterişli zamanını Osmanlı’da yaşamasına rağmen; aynı zamanda “İçinde alkol var mı, yok mu?” tartışmalarının da odağı konumunda olmuştur. Hatta, pay-ı tahtta boza satılan ve içilen bozahaneler, meyhane kelimesiyle hemen aynı anlamda kullanılır olmuştur. “Bozacının şahidi şıracı” şeklinde kullandığımız bugünkü atasözümüz de, kökenini “Meyhaneciye kefil göster demişler, bozacıyı göstermiş.” lafından almakta. Bozayla biraz alakası olanlar bilecektir, bozanın ekşisi mi iyi, yoksa tatlı olanı mı tartışması Osmanlı zamanında şeyhülislam tarafından verilen; “ekşisinin alkollü olup haram olduğu, tatlısının ise caiz olduğu’’ şeklinde fetvalarla bir hükme bağlanmak istenmiştir.
Günümüzde, maalesef evinize kadar boza getirecek bir ılık sesli artık yok. Kızılay’daki ‘Akman Bozacısı’; ‘Tarihi Vefa Bozacısı’ kadar meşhur olmasa da; bozası at başı yarışır nitelikte. Son olarak, ben dışarıdan almam derseniz kendiniz de tarifini bularak yapabilirsiniz.
[box_light]
Kaynakça:
Turan, Ahmet Nezihi. “Acısıyla tatlısıyla boza: bir imparatorluk meşrûbatının tarihi, coğrafyası, kimyası, edebiyatı’’, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2007, Ankara.
[/box_light]
SERDAR
Kaybettiğimiz, kültürel değerimizi hatırlattığın için teşekkürler
ali ekber
Adamsın buraque reis