Anne Frank Huis… Anne Frank’ın Evi…  Yahudi Soykırımı’nın simge isimlerinden biri hâline gelmiş Anne Frank ismindeki Yahudi kız çocuğunun ve ailesinin, Adolf Hitler’in Hollanda’ya girmesiyle birlikte, Amsterdam’da iki yıl boyunca saklanmak zorunda kaldıkları ve Anne Frank’ın meşhur hatıra defterinin ortaya çıktığı evdir. Ev, 3 Mayıs 1960’ta müze hâline getirilmiştir. Müzede Yahudi Soykırımı’nın  gerçekleştiği yıllara dair görüntüleri, Anne Frank ve ailesinin fotoğraflarını içeren bir sinevizyon gösterimi yapılmaktadır. İnsanı alıp ta o zamanlara götüren, çağın acımasızlığının, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, savaşın gerçek yüzünün karşısında tüyleri diken diken eden bir gösterimdir bu. Müzede sergilenen ve şüphesiz gelen her ziyaretçinin dikkatini en çok çeken eşya ise ailenin gizli bir geçit olarak kullandığı kitaplıktır. Özellikle Anne Frank’ın günlüğünü önceden okuyanlar için, bu kitaplık çok trajik bir etkiye sahiptir. Daracık merdivenler, bakımsız bir mutfak, eskimiş eşyalar, Anne Frank’ın duvarındaki yapıştırmalar, hiç bitmeyen bir karanlık, her tarafından çaresizlik ve korku akan bir ortam… Anne’nin odasındaki duvarda, evde yaşayan çocukların zaman içindeki boy değişimlerini gösteren işaretler ve çizikler vardır. Sanırım insanın içini en çok burkan detaylardan biri de budur. Hayatta kalmak için bir eve kapanmak  ve iki yıl boyunca oradan çıkamamak… Amsterdam’ı kafasında yalnızca eğlencenin, uyuşturucunun ve seksin merkezi olan bir şehir olarak kuranların; şehrin bambaşka bir yüzünü daha görüp, tarihin bir gerçekliğini daha anlamaları için mutlaka ziyaret etmeleri gereken bir yer burası. Ve şunu da temin ederim ki savaştan kaçıp ülkenize sığınan insanlara olan bakış açınızı gözden geçirmeniz için de güçlü bir sebep teşkil ediyor.

Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da yer alan bu müze, bana küçükken okuduğum ve Anne Frank’ın bu evde yazmış olduğu  Anne Frank’ın Hatıra Defteri isimli kitabı anımsattı. İki yıl boyunca, ailesi ile birlikte, yalnızca evdeki bir kitaplığın arkasından girebildikleri bir bölümde saklanmaya çalışan bu küçük kızın yürek dağlayan hikâyesini, korkularını, umutlarını, hayallerini anlattığı günlüklerinden oluşan bir kitap. Aile 1933 yılında Almanya’dan Hollanda’ya kaçtıktan sonra, Anne Frank 12 Haziran 1942 ile 1 Ağustos 1944 tarihleri arasında bu günlüğü tutmuştur. Böylesine dünya tarihine mâl olmuş bir günlüğü tutmaya karar verişinin de yine çok ilginç ve hüzünlü bir sebebi vardır. Bir gün radyo dinlerden, sürgün edilmiş Kültür ve Bilim Bakanı Bolkestein’in konuşmasına şahit olmuştur Anne Frank. Bolkestein, Hollanda halkının o dönemde Almanlardan gördükleri zulmü gelecek nesillere aktaracak en önemli kaynaklardan birinin de kişisel günlükler olduğunu vurgulamıştır. Anne Frank bu konuşmadan çok etkilenmiş ve bunun üzerine bu günlüğü ileride oluşturmak istediği kitabına kaynak olarak kullanmaya karar vermiştir.

1944 yılında Frank ailesi, kim olduğu bilinmeyen birileri tarafından ihbar edilmiş ve aile saklandıkları yerde yakalanmıştır. Anne, baba ve çocuklar ayrı toplama kamplarına gönderilmiştir. Ne yazık ki Anne Frank, Bergen Belsen kampında, 1945 yılının mart ayında henüz on beş yaşındaki bir kız çocuğu iken, savaşın bitmesine çok kısa bir süre kala tifüsten ölmüştür. Polonya’daki Auschwitz toplama kampında kalan babası, Kızıl Ordu’nun gelmesiyle kurtulmuştur. Günlük 1947 yılında, Frank ailesinin hayatta kalabilen tek üyesi  Anne Frank’ın babası Otto Frank tarafından yayımlanmıştır. Şahit olduğunuz ve maruz kaldığınız zulümden, felâketten kurtulup, hayatta kalma şansı bulduysanız; bunu başaramayan herkesin adına, geçmişi geleceğe anlatmak boynunuzun borcudur.  Anne Frank bunu hayatta kalamadan da yapmayı başarmıştır. Tuttuğu günlükle, Yahudi Soykırımı’nın bir sembolü hâline gelmiş ve öldükten sonra da yaşayan biri olmuştur.

Günlüğünde, o zamanda yaşanan acıların ve korkuların yansımasına on iki yaşında bir kız çocuğunun heyecanını, saflığını, merakını da ekleyince; anlatılanlar insanın içini delip geçiyor, yakıyor, küllere çeviriyor. Her bir cümlesi, haksızlığa karşı duracak cesaretli insanların bu dünyada her zaman var olacağına inanarak yazılmış. O yaştaki bir çocuğun tüm bunları nasıl düşünüp, nasıl yazdığını anlamaya çalıştıkça içinize düşen kederi tarif edemem. Ailesini, ırkını, dinini seçme hakkı olmayan bütün insanlardan biridir Anne Frank. Ve seçme hakkına sahip olmadığı bir dine mensup olduğu için hayatına doyamadan öldürülmüştür. Günlüğünde yazılanlardan süzülen anlam gösteriyor ki Anne Frank yalnızca yazdıklarıyla, söyledikleriyle ve düşündükleriyle bu dünyayı değiştirebileceğine inanan bir kız çocuğudur. Belki de bugünlerde bütün dünya halkları olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bu umut ve inanç.

Günlüğünün sonunda  “Her şeye rağmen, insanların temiz kalpli olduklarına hâlâ inanıyorum,” diyerek yüzyıla damgasını vuracak bir nokta atışı yapmış ve hikâyesini altmış, yetmiş yıl sonra bile hâlâ okumaya devam eden kuşakların kalbinde derin izler bırakmayı başarmıştır. Savaşın, kötülüğün, acımasızlığın, ayrımcılığın, adaletsizliğin asla eski zamanlardaki bir kötü rüya olarak kalamadığı bu dünyada; değerini ve önemini hiçbir zaman yitirmeyecek bir eserdir Anne Frank’ın Hatıra Defteri. Ve yalnızca Yahudi Soykırımı’nda hayatını kaybeden dokuz milyon insanın değil; bu dünyada ayrımcılıktan acı çeken bütün insanların sesi olmuştur. Dünyada böyle bir zulmün bir daha hiç gerçekleşmemesi dileğiyle…

Kaynaklar:

http://www.birazoku.com/anne-frankin-hatira-defteri

http://www.annefrank.org/en/Subsites/Home/

Leave a Reply

3 comments

  1. Ayşe demirbaş

    Kalemine sağlık Refikacığım

  2. özay

    harikasın refikacım tek kelimeyle yüreğin yücelerde olsun…

  3. Mensure komurcu

    Refikacim idolunsun tatlim. Yolun acik kalemin keskin olsun. Her annenin babanin gurur duyacagi bir evlatsin. Ben seninle gurur duyuyorum. Iyi ki bir sekilde yollaeimiz kesişti bi tanem.