Size 14.000 yıldır yaşadığımı, bu süreç içerisinde binlerce farklı hayat döngüsüne girip çıktığımı ve hatta bir dinin kurulmasında baş aktör olduğumu söylesem? Peki ya size, 14.000 yıldır yaşadığım hayatlar boyunca olabileceğim tek şeyin eninde sonunda bir insan ile sınırlı kaldığını?
Saatler zamanı ölçer mi hakikaten? Zaman mefhumuna yeteri kadar hâkim miyiz insanlık olarak? Mitler nasıl ortaya çıkar? Tarih tekerrürden ibaret midiroldukça?
Tarih, arkeoloji, antropoloji; biraz da bilim-kurgu… Bunlara biraz ilginiz varsa size tavsiye edeceğim eli yüzü düzgün bir film var: “The Man From Earth” (Dünyalı). 2007 yapımı, düşük mü düşük bütçeli , tek mekânda geçen bu “minimalist bilim-kurgu”da biyolojik olarak 14.000 yıl boyunca yaşlanmadan yaşayan John Oldman’ın bir grup akademisyen dostuyla yaptığı tartışmayı izliyoruz. Bu sohbetin farazi veya teorik olduğu düşünebilirsiniz lakin film bittiğinde üzerinize oturan düşünceli havaya engel olamayacağınız kesin.
Durağan ve diyalog merkezli bu filmde senaryo ve oyunculuklar ön planda. Fazla heyecan, gerilim, hele hele aksiyon beklememenizi öneririm. Zaman kavramı, kültürel normlar ve özellikle dinler gibi insanlığın ortak çelişkilerini dingince sorgulayan, yer yer izleyicisini şüphede bırakan bir film. İzledikten sonra tek mekânda geçmesi sebebiyle kendinizi iyi bir tiyatro oyunu seyretmiş gibi de hissedebilirsiniz.
Her insan her koşulda aynı tepkiyi vermez fakat bütün bilişsel sistemimizin bazı şablonlarla çalıştığı aşikârdır. Her yerde bir örüntü arayan gözlerimiz, toplumsal yapıda da şablonlarla, sınırlarla ve kalıplarla örülü bir sistem kurmayı başarmıştır. Yani zamanın içinde yaşayan dünyalılar, John Oldman gibi birini anlamakta zorluk çeker çünkü o algıladığımız zamansallığın dışındadır. Bu sonsuz hikâyede John Oldman insanların her şeyi bozduğuna, yeniden inşa ettiğine ve tekrar bozduğuna dair o şarkıyı defalarca dinlemiş, mağara adamı kimliğinin üstüne eklenen yüzlerce kimlikle beraber tek bir hikâye görmüştür: Sonsuz bir deliliğin hikâyesi.
İnsan olmak, toplum ve dünyanın insanla olan bağlantısı hakkında önereceğim diğer film ise Brezilyalı fotoğrafçı Sebastião Salgado’nun hayatını anlatan ve bunu Salgado’nun fotoğrafları kadar vurucu ve büyüleyici yapan “The Salt of the Earth”(Toprağın Tuzu). Kırk yılı aşkın zamandır dünyanın ücra köşelerinde çalışan insanları, “yaşayan” insanları fotoğraflayan Salagado’nun fotoğraflarındaki estetik ve öykücülük eşsiz. Siyah beyaz karelerle insanın hikayesini anlatan Salgado’nun biyografik belgeseli dünyalı olmaya farklı bir bakış getiriyor. Bir insanın fotoğrafçılık tukusuyla başlayan onlarca yıllık macera, insanın dünya ile ilişkisini sorgulatır halde bitiyor.
Dünya insan için mi vardır? “Dünyalı” olmak bir hayal midir? Doğa bir intikamcı mıdır?
Salgado’nun resimleri zaten kendileri adına konuşsa da, bu belgeselde fotoğrafların ardındaki gayreti, motivasyonu ve felsefeyi de görüyoruz. Belgesel izleyiciye unutulmaz ve keskin bir deneyim sunuyor. Tıpkı herhangi bir Salgado fotoğrafı gibi.
Bu belgeselin ardından yaşayacağınız duygular ”The Man from Earth”ten sonra yaşayacaklarınıza paralel olacaktır. Sadece gerçek insanları görmüş, gerçek görüntüler seyretmiş aynı zamanda da gerçek acılara tanık olmuşsunuzdur. Aynı hikâye devam etmektedir. İnsanın dünya ile, kültür ile, içgüdü ile mücadelesi.
“Bizler kana susamış hayvanlarız. Biz insanlar berbat hayvanlarız. Bizim tarihimiz savaşaların tarihi. Bu sonsuz bir hikaye, bir delilik hikayesi.” –Sebastião Salgado