“İnsanın sığınabileceği tek bir yer vardır. Kendi içimizde bir yer. Kendimizden başka kimsenin ulaşamayacağı ve tahrip edemeyeceği bir yer. O yerde huzur, sükunet ve özgürlük bulursunuz.”
Pedro Almodovar, filmlerinde cinsiyet kimliklerinin günlük hayatlarına odaklanır. Bu odaklanma esnasında da insanın bütün duygularını kadrajına sığdırmak ister ama elbette bastırılmış duygular onun filmlerinde kendilerine daha çok yer bulur. Genelde onun filmleri bu duyguları gayet sıcak biçimlerde gösterirken İçinde Yaşadığım Deri; farklı olarak çok sert, soğuk, sarsıcı ve rahatsız edicidir. Film beden, kimlik, intikam, etik gibi kavramların etrafında döner. Bunu da Almodovar’ın alışık olduğumuz melodram usulüyle değil psikolojik gerilim usulüyle yapar. Hatta kimi zaman gerçekliğin çok çok ötesine geçerek bir bilim kurguya dönüşür.

Film, insanın bedeninden ibaret olup olmadığını sorgular. Ana karakter Antonio Banderas’ın oynadığı Dr. Robert Ledgard, karısını kaybettikten sonra bu kayıpla başa çıkamadığından karsının bedenini yeniden yaratmayı ister. Bu nedenle Elena Anaya’nın oynadığı Vera isimli karakter üzerinden çalışmalarını yapar. Robert, Vera’yı rehin tutar ancak filmin devamında da Vera’nın bambaşka bir hikayesi olduğu ortaya çıkar.

İçinde Yaşadığım Deri, İngilizce olmayan filmler dalında BAFTA En İyi Film Ödülü’nü kazanmıştır. Ayrıca Cannes gibi önemli festivallerde de en iyi film adayı olarak gösterilmiştir. Ancak bu başarısına rağmen filmin tüm seyircilerinde bir karşılık bulduğunu söylemek çok zordur hatta kimi büyük sinema eleştirmenleri filmi yerden yere vurmuştur.
Bana kalırsa yeni nesil bir Victor Frankenstein’ı izliyoruz Robert Ledgard’da. Bu yönüyle film, modern anlatıya gayet uygun olsa da ve psikolojik gerilim türünün başarılı bir örneği olsa da anlatılan hikayenin çok havada kaldığı söylenebilir. Karakterler arasındaki geçmişe dayalı ilişkiler yeteri kadar yansıtılmadığından kimin neyi neden yaptığını bir çırpıda anlamlandırmak çok zorlaşıyor. Bu nedenle hedeflenen sarsıcılık da izleyicide karşılık bulmuyor ve aksine film saçma sapan, sıkıcı bir filme dönüşüyor. Buna karşılık kamera teknikleri açısından Almodovar kendi klasikleşmiş tekniklerden çok uzaklaşmadığından görsel anlamda filmin gayet tatmin edici bir seviyede olduğunu da söylemek gerekir.

Nihayetinde İçinde Yaşadığım Deri, bedenlerin içinde başka dünyaların olduğunu gösteriyor bizlere. Kafayı yemiş bir cerrah zaten başlı başına yeteri kadar korkunç bir tema olduğundan yanına serpiştirilmiş diğer ögeleriyle de beraber bütün ürperticiliğiyle sarsıyor bizi film. İçimizdeki benlerle yüzleşmemiz için zorluyor.
Kaynakça: