Dramanın ne zaman ortaya çıktığını kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Dramatik anlatım evrensel bir olgudur ve kökenleri tarih öncesi dönemlere uzanmaktadır. Ancak, yapılan sayısız araştırmaların sonucunda dramanın yaklaşık M.Ö. 6. yüzyılda Antik Yunan’da ortaya çıkmış olduğu düşünülmektedir.
Dramanın kökenlerinin dinsel ritüellere dayandığı düşünülmektedir. İnsanların kendileri dışındaki varlıkları, yani hem diğer insanları hem de hayvanları, tanrıları, fikirleri ya da doğa olaylarını taklit ettikleri performanslar birçok dinsel ritüelin bir parçasıdır. Bu tür performanslar pek çok amaca hizmet etmiştir. Bunlardan bazıları bir topluluğun çevresindeki dünyayı anlamlandırma biçimi, kültürel belleği gelecek nesillere aktarma, topluluğu belirli yönlerde etkileme aracı ve işlevsel kaygılardan görece bağımsız, daha soyut ve “estetik” bir haz yaratma yolu aramaktır. Bu estetik yönün, Aristoteles’in “insan taklit eden bir hayvandır” düşüncesinde ifade ettiği üzere, insanın doğuştan gelen taklit etme eğiliminden kaynaklandığı düşünülmektedir.

(Epidaurus antik kentinde bir amfitiyatro.)
Dünya genelinde farklı kültürlerden farklı tarzlarda performansların ortaya çıktığı görülmektedir. Örnek olarak Antik Mısır’da dini mitlerin dramatize edildiği bazı tiyatral performansların Osiris kültü çerçevesinde sahnelenmiş olması muhtemeldir. Ancak modern anlamda bildiğimiz tiyatronun başlangıcı antik Yunan’a dayanmaktadır. MÖ 5. yüzyıldan önceki Yunan tiyatrosuna dair bilgilerimiz dolaylı kaynaklara dayandığından sayısız teoride şüpheler mevcuttur. Yunan tiyatrosu, kökeni doğudan gelerek MÖ 12. yüzyıl civarında Yunanistan’a yayılan Dionysos kültüyle yakından ilişkilidir. Dionysos’un Yunan panteonunun yerli tanrılarından biri olmaması nedeniyle kültün kabulü başlangıçta bazı zorluklarla karşılaşmıştır.
Aristoteles’e göre, trajedi bir başka şiirsel biçim olan dithyrambos’tan (Dionysos’a övgü amacıyla söylenen koro ilahileri) türemiştir. Komedinin kökeninin ise kırsal bereket ve verimlilik ritüelleriyle ilişkili şarkılara dayandığı varsayılmaktadır. “Trajedi” kelimesi Yunanca tragōidia’dan türetilmiştir ve “keçinin şarkısı” anlamına gelmektedir. “Komedya” ise kōmōidia sözcüğünden gelir ve “köyün şarkısı” ya da “neşe şarkısı” anlamına gelmetedir.
Attika, Yunan dünyasının kültürel merkezi olan Atina çevresindeki bölgedir ve trajedinin tanınabilir bir sanatsal tür olarak yaklaşık MÖ 600 civarında burada biçimlendiği düşünülmektedir. Bilinen en erken dönem oyun yazarları Arion ve Tespis’tir; ancak bu yazarlara ait eserlerden günümüze hiçbir örnek ulaşmamıştır. Günümüze tam metin hâlinde ulaşan toplam otuz bir trajedi bulunmaktadır ve bazı parçalar yalnızca üç yazara aittir. Bu üç büyük trajedi yazarı Aiskhylos, Sophokles ve Euripides olarak bilinmektedir. MÖ 5. yüzyıl boyunca etkinlik göstermişlerdir.
Aiskhylos’un MÖ 525–456 yıllarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Yedi oyunu günümüze ulaşmıştır. Bunlar arasında, günümüze ulaşan tek tam üçleme olan Oresteia (Agamemnon, Kurban Taşıyıcılar, Eumenides) ve Zincire Vurulmuş Prometheus (Prometheus Bound) yer almaktadır. Yedi oyunu günümüze ulaşan bir diğer yazar, yaklaşık MÖ 496–406 arasında yaşamış Sophokles’tir. Bunlar arasında iki Oidipus oyunu (Kral Oidipus, Kolonos’ta Oidipus), Ajax ve Antigone yer almaktadır. Euripides’in (yaklaşık MÖ 480–406) on yedi oyunu günümüze ulaşmıştır. Önemli eserleri arasında Elektra, Bakhalar (The Bacchae) ve Medea bulunmaktadır.

(Segesta’da bir tiyatro)
Bilinen ilk trajedilerin temellerinin çoğunluğu mitolojik anlatılara dayanmaktadır. Günümüze ulaşan eserler tanrılara, tapınaklara, hanedanlara, kahramanların öykülerine ve diğer halk masalları gibi mitolojik ögelere odaklanmaktadır. MÖ 5. yüzyıla gelindiğinde, trajediler çağdaş tarihsel olaylara konu olmaya başlamış ve konu çeşitliliği artmıştır.
Trajedilerin ve daha sonra komedyalar dahil olmak üzere ortaya çıkan diğer türlerin Atina’da Dionysos onuruna düzenlenen Dionysia Festivali’nde sahnelendiği bilinmektedir. Bu festival kapsamında her trajedi yazarından üç trajedi içeren bir eser takımı yazması beklenmekte, bu eserler seyircilerin beğenisine sunulmakta ve en çok beğenilen üçleme için para ödüllü bir yarışma düzenlenmekteydi.
Komedi, ilk kez MÖ 487–486 yıllarında tiyatroya dahil edilmiştir. Bu türde, çağdaş olaylara göndermeler, daha gerçekçi bir dil ve üslup, daha sade bir kelime dağarcığı ve mizah gibi ögeler öne çıkmaktadır. Erken döneme ait eksiksiz olarak günümüze ulaşan eserler Aristophanes’e (yaklaşık MÖ 448–380) aittir; bunlar arasında Bulutlar ve Kurbağalar gibi oyunlar bulunmaktadır. Komedinin tonu genellikle daha neşelidir; trajedideki gibi ölüm ya da felaketle değil, uzlaşma ve barışla sonlanmaktadır. Oldukça geniş ve doğrudan bir mizah görülmektedir. Daha sonraki dönemde Menandros ile ilişkilendirilen “Yeni Komedya” türü, komedi yapısına daha incelikli bir yaklaşım kazandırmıştır.
Döneme ait ikincil türler arasında mim ve satir oyunu bulunmaktadır. Bu türlerin günümüze ulaşan çok az örneği vardır; ancak eldeki bulgular, bu eserlerin entelektüel düzeyinin diğer türlere kıyasla daha az olduğu ve halkın geniş kesimlerine hitap etmeye çalıştığı izlenimini vermektedir. Satir oyunları, zaman zaman bir yazarın trajedilerinden sonra tamamlayıcı nitelikte sahnelenmiştir.
Atina’daki Dionysos Tiyatrosu, günümüze ulaşan en eski tiyatrolardan biridir ve trajedilerle yaklaşık aynı döneme tarihlenmektedir. Günümüze ulaşan diğer antik tiyatroların çoğunluğu birkaç yüzyıl sonrasına aittir. Atina trajedisinin gelişmeye başladığı ilk dönemlerde, oyunların genellikle ahşaptan yapılmış geçici tiyatrolarda veya coğrafi özelliklere dayanan doğal alanlarda sahnelendiği, daha kalıcı tiyatroların ise bu tür araziler üzerinde inşa edildiği tahmin edilmektedir. Gezilebilen önemli antik tiyatrolar Atina, Epidaurus, Pergamon, Efes gibi yerlerde bulunmaktadır. Bu tiyatroların çoğu Hellenistik döneme tarihlenmektedir; bu dönemde yaratıcı gelişimin büyük ölçüde sona ermiş olmasına ve tekrara düşülmesine rağmen, drama geniş kitleler tarafından ilgi görmüştür. Diğer tiyatral yapıların büyük çoğunluğu ise Roma dönemine aittir.
Sahne sanatı ve performans elementleri de tarihsel süreçte değişime uğramıştır. Başlangıçta sahnede yalnızca bir oyuncu bulunurken, zamanla birden fazla karakter ve bir koro içeren daha karmaşık yapılar gelişmiştir. Diğer oyuncuların da eklenmesi ile günümüzdeki dramaya daha yakın bir yapı ortaya çıkmıştır. Koroya başlangıçta bir karakter olarak yer verilirken, zamanla daha yorumlayıcı bir işlev üstlenerek yeni bir çerçeve kazanmıştır. Genellikle 12-15 kişiden oluşan koroda, sahneye eşlik eden müzisyenler de bulunmaktadır. Koronun bazı bölümlerinin şarkı halinde söylendiği, aynı zamanda ritüel dansların da bu çerçevede sahnelendiği düşünülmektedir.
Sıradan insan ile canlandırılan karakter arasındaki ayrımı vurgulamak için oyuncular maske takardı. Kadınlar sahnede rol alamazlardı. Yazarlar sıklıkla oyunculuk da yaparlardı. Oyunculuk genellikle yarı profesyonel bir meslek olarak görülürdü. Trajedilerde uzun tunikler tercih edilirdi. Sembol niteliğindeki nesneler kullanılırdı, gerçekçilik çoğunlukla hedeflenmezdi.
Bu döneme ait, yani yaklaşık MÖ 334, en önemli eserlerden biri tiyatro kuramı üzerine yapılmış en büyük çalışmalardan biri olan Aristoteles’in Poetika adlı eseridir. Yüzyıllarca unutulmuş, ancak Orta Çağ’da bazı çevirilerinin ortaya çıkması sonra yeniden keşfedilmiştir. Sonraki dönemlerde tiyatro anlayışı üzerinde büyük bir etki yaratmış, Aristoteles’in bazı ilkeleri 17. ve 18. yüzyıllarda hala kural olarak kabul görmüştür.

(Leptis Magna’da bir Roma amfitiyatrosundan geriye kalanlar.)
Antik Roma tiyatrosu, Roma’da tiyatral uygulamaların ve performansların gerçekleştiği dönemi ifade eder. Bu dönemde tiyatro genellikle trajedi ve komedi türlerine ayrılmıştır, belirli bir mimari tarzı temsil ederek seyirciye bir eğlence aracı olarak sunulmuştur. Günümüze ulaşan Plautus, Terentius ve Genç Seneca’nın eserleri, dönemin Roma toplumu ve kültürünün farklı yönlerini ortaya koymakta; aynı zamanda Roma edebiyatı ve tiyatrosundaki gelişmeleri de gözler önüne sermektedir. Bu dönemde tiyatro Roma toplumunun önemli bir parçası hâline gelmiştir, gündelik hayattaki beklentiler arasında gösteri unsurunun bir yeri olmasına sebep olmuştur.
Yaklaşık MÖ 360 yıllarında yaşanan büyük bir salgının ardından, Roma vatandaşları tanrıları yatıştırmak ve çözüme ulaşmak amacıyla gerçekleştirilen ayinlerine ek olarak tiyatral oyunlar da düzenlemeye başlamışlardır. Ardından bu oyunlar müzik eşliğinde metinlerin canlandırıldığı performanslara dönüşmeye başlamışlardır. Latince, Roma tiyatrosu için vazgeçilmez unsurlardan biri olmuştur. MÖ 240 ile MÖ 100 yılları arasında Roma tiyatrosu, Yunan klasik ve post-klasik oyunlarının uyarlandığı edebi bir dönem yaşamıştır.
Ortaya çıkan ilk tiyatro türü, Yunan tiyatrosuna büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Savaşların yaşandığı süreçte, Yunanistan ile Roma arasında ilişkiler gelişmiştir. Bu ilişkiler Hellenistik dünyanın ortaya çıkışıyla ve dönemin siyasi gelişmeler ile birlikte derinleşmiştir. Yunan kültürünün çeşitli unsurları benimsenmiş ve bu unsur edebiyat, sanat ve bilim alanlarında geliştirilerek özgü bir yapıya ulaştırılmıştır.
Romalılar Yunan tiyatrosu ile tanıştıklarında, benzer kültürlerini yansıtarak bu yapıyı uyarlamış ve genellikle taklit eserler üretmişlerdir. Önemli Roma trajedya yazarları arasında Livius Andronicus ve Gnaeus Naevius bulunmakla birlikte, en kapsamlı eserler yedi trajedisi günümüze ulaşan filozof Seneca’ya aittir. Komedi türünde Titus Maccius Plautus ve Publius Terentius Afer gibi yazarlar, Yunan Yeni Komedisi’ne Latince uyarlamalar getirmişlerdir. Romalılar tiyatroda önemli bir yenilik olarak “perde” (perdeleme) kavramını getirmiştir.
KAYNAKÇA
https://www.britannica.com/art/Western-theatre/Ancient-Greece
https://www.metmuseum.org/essays/theater-in-ancient-greece
https://www.britannica.com/art/theatre-design/History
https://www.worldhistory.org/Greek_Theatre/
https://www.worldhistory.org/disambiguation/theatre/
https://www-britannica-com.translate.goog/topic/Great-Dionysia