“anlatsam inanmazlar oğul, masal derler: masala inanmazlar, masalı yalnızca dinlerler, sanki hakikati bilirmiş gibi, sanki hakikatin sırrına ermiş gibi,
masala inanmayan gerçeğe inanır mı?”
Masalları hep çocuklar için zannederdim. Uyumadan önce bize okunulan kitaplardan, renkli karakterlerden ibaretmiş benim için masal kavramı. Yanılmışım, masallar sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de yazılırmış. Murathan Mungan yazmış, Lâl Masalları yazmış, Azer ile Yadigâr’ı, Muradhan ile Selvihan’ı, Ulak ile Sadrazam’ı yazmış. Beni, sizi, onları kendi masalına inanmaya çağırmış.
Sahi inanır mısınız masallara?
Murathan Mungan’a olan hayranlığım şiire olan ilgimden geliyordu. Herkes gibi ben de onu önce “Yalnız Bir Opera” ile tanıdım. Sonrasında diğer bütün şiirlerini okuma isteği ile dolmuştum ve birçoğunu da okuma şansım oldu. Ne var ki ben hep Murathan Mungan’a olan hayranlığımı şiirleriyle kısıtlamışım bu nedenle Lâl Masallar adlı öykü kitabını şiirlerinden biraz daha geç tanımış oldum, ama aramızda kalsın onu bütün şiirlerinden daha çok sevdim.
Kitabın ilk sayfasından itibaren kendimi aslında çok da yabancı hissetmediğim bir dünyada buldum: harfler, kelimeler, satırlar hepsi bildiğimiz Murathan Mungan’dı işte. Böylece fark ettim ki her yazarın kendine has bir yazım tarzı var aslında. Yazarlar, şairler bunu bilerek mi yapar yoksa kalemleri dokundukları yerde izlerini mi bırakır bilemiyorum. Bahsetmeye çalıştığım şeyi imza gibi de değerlendirebiliriz, kişiye özel ve her yerde tanıyabileceğiniz. Ve ben de tanımıştım işte Mungan’ın imzasını, izini. Kitabı benim için bu kadar keyifli kılan buydu belki de. Lâl Masallar, herhangi bir öykü kitabının şiire en yakın hali sanki. Dediğim gibi her satır Murathan Mungan diye bağırıyor. Şiirle öykü arasındaki o ince çizginin tam da üstünde. Ne tam anlamıyla bir öykü, ne de şiir kitabı. Lâl Masallar Murathan Mungan’ın en güzel imzası.
Mungan “Lâl Masallar ”da, birbirinden güzel üç hikâye anlatıyor okuyucuya, üç ayrı “masal” kendi deyimiyle. Her masal gibi bunların da olay örgüleri, kahramanları ve olağanüstü detayları var tabii ki. Ama Mungan, olay örgüsünü kitabın odağı haline getirip de okuyucuyu belirli bir tarafa doğru sürüklememiş, aksine olay örgüsü arka planda devam ederken biz her satırda daha da ince ayrıntılarla kendimizi bu masalın içinde buluyoruz. Oldukça yoğun kullanılan betimlemeler detaylı olduğu kadar da masalsı. Bu yoğunluk okuyucuyu kesinlikle sıkmıyor, aksine gözleriniz bir kelimeden diğerine atlıyor ve kendinizi tutamadan büyük bir hızla devam ediyorsunuz. Normalde de hızlı bir okuyucuyumdur ama Mungan’ın akıcı anlatımı Lâl Masalları bana 2-3 saatte bitirtti. Masallarının içeriğinin yanı sıra sözcük seçiminin, bu akıcılığı büyük ölçüde sağladığını düşünüyorum. Mungan, şair kimliğini de ortaya koyarak düz yazısını, özenle seçilmiş ve birbirleriyle uyumlu sözcüklerle süslemiş. Öyle ki bazı bölümleri tekrar tekrar okumaktan kendimi alamadım ve her okuduğumda bir daha büyülendim.
“yağmur süzülür sonbaharla birlik, su tutmaz köşkün duvarları, yağmur değmez sanki–gene de bir ferahlık, bir arınmışlık duygusu taşır. Köşkün uzun, sivri kuleleri vardır. Ay ardına saklanır. Uzun kuleler dört bucağa dağılmıştır. Ay bunların arasında köşe kapmaca oynar. Yuvarlak, tılsımlı kubbeleri vardır. Yankı gizler, giz gizler. Kemerli pencerelerinde uzun kandiller (soluk, titrek) dolaşır.”
Hani her kitap farklı bir şeyler fısıldar ya okuruna, her okur için farklı duygular uyandırır. Lâl Masallar’ı okurken de Mungan’ın masal olarak adlandırdığı hikâyelerin, başkalarının hayatlarından belki de bizzat kendi hayatından birer kesit olabileceğini düşünmeden edemiyor insan. Azer ile Yadigâr’ın hikâyesinde, aşklarını tehlikeye atmamak için sazını, en büyük tutkusunu bir kenara atan Azer’in fedakârlığı veya Yadigâr’ın babasının baskısı sonucu aşkları uğruna iki sevgilinin beraber ölüme gitmeleri sadece masalın birer parçası değil de aslında günümüzde başka koşullar altında, başka isimlerce yaşanan olayların masalsı bir yansıması gibi. Bu kitapta Mungan’ın anlatımıyla süslenmiş de olsa o masallar aslında gerçeğin, gerçeğimizin ta kendisi. Hayatımız, hepimizin içinde yaşadığı doğru ya da yanlış, güzel ya da çirkin, tatlı ya da acı, gerçek ama bir o kadar da koskoca bir masal değil mi zaten?
Bitirmeden önce bu güzel başlıktan da biraz bahsetmek gerek sanki. Lâl Masallar, kulağa çok güzel geldiği gibi anlamı bakımından da dikkatlice seçilmiş derin bir başlık. “Lâl” kelimesi, TDK’nın açıklamasına göre iki anlamlı; konuşamaz duruma gelmiş kimse veya billurlaşmış, kırmızı, değerli bir taş. Başlığı hangi anlamı düşünerek seçtiği konusunda kitapta veya yazılarında Mungan’ın herhangi bir açıklaması yok. İyi ki de yok zaten, bence yazarlar kitaplarını yazdıktan sonra kitapla okuyucu arasına girmemeli, anlamını okuyucuya bırakmalı ve her insan o kitapta kendinden bir şey bulmalı, kendi masalını yaratmalı. Bana göre, benim yarattığım masala göre Lâl sözcüğü iki anlamının olduğu bilinerek özenle seçilmiş, ustalıkla düşünülmüş.
Yani bu güzel kitabın adı Lâl Masallar çünkü aslında her masalda bir figür karşımıza “lâl” olarak çıkıyor.
Lâl Masallar, çünkü Mungan kitabında susmuş olan masalları, susmuş olan aşkları dile getiriyor.
Lâl Masallar, çünkü bu kitaptaki her masal lâl gibi billur; akıcı ve duru bir o kadar da değerli.
Nesrin Özcan
yazını keyifle okudum.. güzel anlatmışsın.. devamını bekliyorum..