Merhaba sevgili okurlarımız! GazeteBilkent ‘in Kültür-Sanat Birimi olarak başlattığımız yazı dizimizde her yaştan okurumuz için bu ay yepyeni bir içerik hazırladık. Bu ayki yazı dizimizin hangi konuda olacağını sizler belirlediniz ve yaptığımız anket sonucu en çok oy olan konu “Müzikaller” oldu.
Bu ay, siz değerli okuyucularımız için izlenilmesi ve dinlenilmesi gereken müzikalleri derledik. Chicago, Grease, Mamma Mia, Moulin Rouge, Sing Street, Sweeney Todd ve The Lure müzikallerini ele aldık. İçeriğimizi iki bölüm olarak sizlerle paylaşacağız.
Umarız bu çalışmamızı beğenir, sonraki içeriklerimizde ilham kaynağımız olacak fikirlerinizi bizlerle paylaşırsınız. Bir sonraki konumuzu sizlerin belirlemesi için önümüzdeki günlerde Twitter adresimiz üzerinden mini bir anket paylaşacağız. Keyifli okumalar!
Elif Gündemir & Sudenur Soysal
Chicago
Yönetmen Rob Marshall’dan bir Chicago uyarlaması… 2002 yılında hayatımız giren bu film ünlü Chicago müzikalinin sinemaya uyarlanmış hali.
Hikaye hukuki adaletin yozlaşmış halini eleştirip iki seksi katili (Roxie Hart, Velma Kelly) konu alıyor. Hem de bunlara Chicago’da cazın zirvede olduğu bir dönemde değiniyor. Ünlü isimlerin cezai işlem dönemine de eleştiri ön planda. Tabi bu satirik hava güldürüyle bezenmiş haliyle seyirciyi eğlendiriyor. Katillerin abartılı bir şekilde romantikleştirildiği bir dünya yaratılıyor filmde. Üstlerine iftira atılmış avukatlar, polisler ve gazeteciler… Hepsi Chicago’nun onlara sunduğu farklı yaşam hikayelerini seyirciyle paylaşıyor. Paylaşırken ne gönül okşayıcı ne de pembe hayaller dünyası yaratıyor. Hicivlerin bolca kullanıldığı bu nazik(!) müzikal, üslubunu oldukça sert tutuyor. Karakterlerin ince zevklerini sert bir üslupla verebilmenin haklı gururunu da yaşıyor açıkçası.
Sinema dünyasına kült sahnelerini de bırakıyor tabi ki. Her karakteri incelikle işlenip hiçbir ayrıntısının atlanmadığı görülüyor. Her birinin kendine özel davranışları var ve bunlar çekinmeden öne çıkarılmış. Hapishane denilen kasvetli yeri bile dinamik dans sahnesine çevirmesi ve bunu karakterlerin her birine yedirerek yapması bile Chicago’yu görünür kılmaya yetiyor. Bu karakterlerinin de katil olduğun, her birinin kendine göre cinayet nedenleri ve öldürme tarzı olduğunu da unutmayalım.Film oldukça ünlenip bazılarına göre Broadway müzikalinin de önüne geçti, bazılarıysa bunun mümkün olamayacağı görüşünde.
Zıt düşüncelere karşın çoğu insan şu konuda fikir birliğindedir diye düşünüyoruz: Oyuncu seçimi ve rol dağıtımı film versiyonunda daha doğru yapılmış. Renée Zellweger’ın ve Catherine Zate-Jones’un performansı çarpıcı ve göz kamaştırıcı. Zaten film 2003 yılında aldığı altı Akademi Ödülü’nden sonra başarısını hayli hayli kanıtladı. Kısacası, Chicago hikayesinin her uyarlaması izlemeye değer ama bu hali sanki daha bir izlenilesi. Aslına bakarsanız Chicago, anlatılacak değil daha çok izleyiciye müzik ve görselin tadını çıkarmaları için sessiz kalınacak türden bir müzikal film. Bu nedenle izleyip şölene katılmak size kalmış. İyi seyirler.
Aslı Erdem & Toprak Fırat
GREASE
Grease, yayınlandığı 1978 yılında yakaladığı büyük başarı ile müzikal türünün en kült isimlerinden biri oldu. Amerikan liselerinin iki farklı stereotipik grubuna ait, deri ceketli, Elvis saçlı, motor yağları içinde araba ve motorsikletlerle uğraşan greaser’ı Danny Zuko ile; tipik, genelde pembe giyinen, popüler ve havalı kızlarından Sandy Olsson’un bir yaz tatilinde tanışmalarını ve birbirlerine aşık olmalarını konu alıyor.
Kaliforniya’nın sıcak plajlarında tanışan çift, liseye döndüklerinde aynı okula gittiklerini ve birbirleri için zaman içinde değişerek, kendilerini, diğerinin grubuna ait kıyafetleri giymiş, hareketlere bürünmüş halde buluyorlar. Klişe ve cheesy olduğu kadar nostaljik ve kült olan Grease, gerek eğlenceleri ve akılda kalıcı parçaları ve dansları, gerek popüler kültürdeki göndermeleri için, müzikal seven sevmeyen herkesin göz atmasında yarar olan bir film. Danny rolünde, daha sonra dans hünerlerini Pulp Fiction’da da tekrar göstermeyi başarmış olan, John Travolta oynarken, Sandy’yi ise kariyerine sinemadan daha çok şarkı ve söz yazarı olarak devam etmiş olan Olivia Newton-John oynuyor.
Film, aynı adı taşıyan 1971 yılına ait Broadway gösterisinden esinlenilerek beyaz perdeye aktarılmış. 1978 yılının en çok hasılat yapan filmi olmasının yanı sıra bu yıl 40. yaşını kutlayan Grease, bugün bile adından en çok söz ettiren müzikallerin başında gelerek uyandırdığı etkiyi sürdürmeyi başarıyor. Bu kadar sevilmesinin ve izlenmesinin arkasındaki en büyük neden ise tabi ki film müziklerinin başarısı. Özellikle “Grease” ve “You’re The One That I Want” şarkılarının yayınlandığı dönem liste başı olmaları ve halen sevilerek dinlenmelerinin yanı sıra “Hopelessly Devoted to You” şarkısı ile filmin bir de Oscar adaylığı elde etmesi bu başarıyı kanıtlıyor.
Müzikal demişken filmin danslarından da söz etmemek olmaz. Filmde kendine yer bulup kültleşen birçok dans hareketi, sonrasında gelen filmleri ve müzik kliplerini büyük ölçüde etkilemeyi başarmış. İkonik kıyafetleri ve saç modelleri ise dönemin atmosferine ait bir moda anlayışı sunuyor. 80’li yılların geri döndüğü günümüzde ise birçok kıyafetin geçerliliğini koruduğunu görebilirsiniz. Grease, kültleşmiş müzikallerin başında gelip hala keyifli vakit geçirmeyi vaat eden bir Amerikan klasiği ve uzun yıllar da öyle kalacağa benziyor.
Gonca Sude Kıvrak & Rüveyda Akdoğan
Mamma Mia
770’lerde ortalığı kasıp kavuran, her şarkısı tüm dünyada hit haline gelen ünlü İsveçli grup ABBA’nın şarkılarından oluşan Mamma Mia! müzikali, İngiliz müzikal yazarı Catherine Johnson tarafından yazılmıştır. 1999 yılından bugüne her yerde kapalı gişe oynanan bu müzikal 2008 yılında Meryl Streep, Amanda Seyfried ve Pierce Brosnan gibi isimlerle filme çevrildi. Filmin ve Broadway müzikalinin ismi ABBA’nın listelerde önde gelen şarkısı Mamma Mia’dan gelmektedir. Bunun dışında da The Winner Takes It All, Lay All Your Love On Me ve Dancing Queen gibi daha birçok ünlü ABBA şarkısı da müzikalde kendine yer buluyor.
2008 yılında film büyük bir başarı yakaladı ve on yıl sonra beyaz perdeye “Mamma Mia! Yeniden Başlıyoruz” ismiyle geri döndü. Filmin konusuna kısaca değinmek gerekirse babasının kim olduğunu bilmeyen Sophie, evlenmeden önce annesinin günlüğünden babası olması muhtemel üç kişiyi bulur ve onları düğününe çağırır. Sophie’nin annesi Donna da babanın kim olduğunu bilmemektedir. Donna’nın hikayesi ve geçmişte yaşananların detayları ise ikinci filmde yer almaktadır. Meryl Streep’in gençliğini canlandıran Lily James, 20 Temmuz 2018’de vizyona giren ikinci filmde seyirciden tam not aldı. On yıl sonra bir devam filmi riskli olsa da “Mamma Mia! Yeniden Başlıyoruz” bu konuda oldukça başarılıydı.
Mamma Mia! senaryosunda sürprizler içeren bir film olmasa da koreografileri, kostümleri ve oyuncuları ile gönlümüze taht kurmuş bir müzikal film. Müzikalin dikkat çeken özelliği ise neredeyse baştan aşağı neşe dolu, eğlenceli sahnelerle işlenmiş olması. Filmin çekildiği dönemde oyuncuların çoğunun 50’li yaşlarda olmasına rağmen şaşırtıcı derecede enerji dolu performanslara sahip. Yani her yönüyle tam bir “feel-good movie” denebilir “Mamma Mia!” için. İkinci filmde de bu enerji ve neşeden yine hiçbir kısıtlamaya kaçılmamış ve insanın içini ısıtan hikayeler sunulmuş. Özellikle Meryl Streep yetenkleriyle seyirciyi hala şaşırtabiliyor ve performansıyla kendine bir kez daha hayran bırakıyor. Müzikal sevmeyenlerin bile birkaç saatliğine, mavinin her tonunu içeren etkileyici kareleri seyrederken ABBA şarkılarıyla neşelenmesi için güzel bir fikir.
Defne Karakoç & Zeynep Selçuk
Moulin Rouge
Büyük bir aşk hikayesi, birbirinden orijinal karakterler, aylarca dinlemeyi bırakamayacağınız harika şarkılar; bu saydıklarım ilginizi çektiyse ve henüz izlemediyseniz bu sıcak, güzel yaz gününde hemen bilgisayarınızın başına geçin ve Moulin Rouge’u izlemeye başlayın. Renklerden, müziklerden, görkemli şovlardan oluşuyor Moulin Rouge. Sevmek ve karşılığında sevilmenin büyüsünü keşfetmişlerin, bir geceliğine de olsa kahraman olabileceğine inanların filmi.
Daktiloların, cancan dansının, ay ışığının ahengini izlediğimiz film Fransa ‘nın gözde gece klübü Moulin Rouge’da geçiyor. Toplumun ve ailesinin baskısına karşı çıkarak istediği kariyerde ilerleyen şair Christian ile bir mekanda şarkı
söyleyen, aynı zamanda hayat kadınlığı yapan Satine’in tehlikeli aşk hikayesini konu alan Moulin Rouge, 2001 yapımı. Romeo ve Julliet, Great Gatsby, Avustaralya gibi etkileyici filmlerin yönetmeni Baz Luhrmann; Moulin Rouge’da da her filminde yaptığı gibi gerek kostümleriyle, gerek sahne dekorlarıyla, gerek çekimleriyle insana olağanüstü bir görsel şölen yaşatmayı başarıyor.
Christian’ın tiyatro hevesiyle sahne tozunun rüyasına kapılıyoruz. Aşıklarla birlikte yıldızların altında gezintilere çıkıyoruz. Sevgiyi ve özgürlüğü hissetirecek güçlü replikler duyuyoruz. Nicole Kidman, Ewan McGregor ve Jim Broadbent gibi hepimizin yılladır severek izlediği oyuncuların güzelleştirdiği bu alışılmışın dışındaki filmin şarkıları da oldukça alışılmışın dışında.
Daha önce müzikallerde çok sık karşılaşmadığımız bir şarkı tipiyle karşılaşıyoruz; zaten varolan bazı şarkılar biraz değiştirilip birleştirilerek karşımıza çıkıyor. Like a Vırgın, Show Must Go On, I Was Made For Loving You Baby,Diamonds Are A Girl’ss Best Friend film akışına adapte edilen şarkılardan sadece birkaçı. Müzikal başyapıtlar arasındaki yerini almış olan Moulin Rouge’u izleyip de çok beğenirseniz, yolunuzun düştüğü bir gün Paris’teki günümüzde hala açık olan ve çeşitli gösteriler yapılan mekanına gitmenizi de tavsiye ederiz.