Her gün aynı sokaklarda ağır adımlarla yürürken yanlarından öylesine geçip gittiğimiz onlarca yüz bizim hayatlarımızın figüranlarıyken; kendi hikayelerinin başrol oyuncuları aslında. Hayatlarımız o kadar ben merkezli ki kendi sorunlarımız ya da düşüncelerimizde boğulurken diğer insanların varlığını unuttuğumuz anlar olabilmekte. Farklı hayatlar dediğimizde dünyanın diğer bir ucunu düşünmekten öte her sabah aynı saatte selamlaştığımız komşumuzdan her gün sınıfımızda gördüğümüz arkadaşımıza kadar birçok kişi hayatın sessiz başrolleri. Uzaktan baktığımızda bir insanın yaşadığı kayıpları, yoklukları, acıları, kederleri ve daha nicelerini anlamak oldukça güç; çünkü insanoğlu gizlenmeyi başarmakta usta ve maskelerle özünü içine hapsedebilmekte. Ancak cesur olan insanlar kendileriyle yüzleşme imkanı bularak gerçek kimliklerini özgürce haykırabilmekte. Diğerleri yani susanlar, toplum normlarından çekinenler ya da rahatsızlıklarını kabul etmeyenler ise yaşarken yavaş yavaş ölmeye mahkum etmekteler kendilerini. Irvin Yalom “Günübirlik Hayatlar” romanı aracılığıyla; kendi gerçeklikleriyle yüzleşebilecek güce sahip hayatlara ışık tutarak maskeler olmaksızın bir psikoterapist ile hastaları arasındaki her biri çok özel olan bağları biz okuyuculara en başarılı şekilde aktarıyor.
Geçen yıllarda hayatımda beni en çok etkileyen kitapların başında söyleyebileceğim “Nietzsche Ağladığında” romanıyla tanışmıştım. Romanın yazarı Irvin Yalom’un dilinin akıcılığı ve etkileyici üslubu beni başka bir dünyaya götürmüştü ve içimde Yalom’un diğer eserlerini de okuma isteği uyanmıştı. Bir gün tesadüfen karşılaştığım “Günübirlik Hayatlar” romanı ise ilerideki meslek hayatıma küçük bir giriş niteliği de taşıdığından okunması gerekenler arasına girmişti benim için. Yalom’un gerçek hastalarının gerçek seans hikayelerinden derlediği romanı çok farklı hayatları gözler önüne seriyor. Genç yaşlarından itibaren psikoterapi alanına önemli çalışmalarıyla katkıda bulunan psikiyatr Irvin Yalom, Günübirlik Hayatlar romanı ile hastalarının seanslarına konuk olmamızı sağlıyor. Birbirinden ilginç kimi rastlantısal kimi uzun süreli olan seansları en ince ayrıntısına kadar takip etme fırsatı bulabiliyoruz. Hatta bazı hikayelerde kendi yaşamlarımızdan kesitler de bulmamız mümkün. Hayatımızdan parçaları görmemizin başlıca nedenlerinden birisi de insanlığın ortak kaygı ve sorunları: yalnız kalma korkusu, ölümün ansızın uğramasının verdiği şok, aşk acısı ve daha nice duygu…
Roman boyunca benim için en etkilisi sanırım emekli balerinin hikayesiydi. Hikayeden öte oradaki çok önemli bir noktaya dikkat çekiyordu Yalom terapi süresince. Irvın, altmışlarında olmasına rağmen kendisine çok acılar çektirmiş ve çok zor günler geçirmesine neden olmuş gençlik aşkını unutamayan ve tekrar onu görmek istediğini söyleyen balerine geçmişini tek bir kişiyle özdeşleştirdiği için eski aşkını özlediğini sandığını; halbuki o insandan çok onun aracılığı ile yaşatmak istediği popüler ve güzel günlerinin özlemini duyduğunu aktarmıştı.
Geleceğimize odaklanabilmek, geçmiş için umudumuzu kaybedebilmekle mümkün ve yaşanmışlıklardan çok yaşanacaklara odaklanmalı insan.
Irvin Yalom’un son çıkan Günübirlik Hayatlar romanı, akıcı dili ve insan ruhundan birer parça taşıyan niteliği sayesinde psikoterapiye özel ilgi duymayanlara da hitap edebilecek özellikte. Vurgulanan en önemli noktalardan birisi ise birçok hastanın muzdarip olduğu ölüm korkusunun sık sık altının çizildiği onlarca seansta aslında ölüme ne kadar yakın olduğumuz fikri. Ölümün nerede ve ne zaman geleceğini bilememek oldukça ürpertici olmasına rağmen herkesin ecelinin geldiği zamanda bu dünyadan ayrılacağı günlere…