Farklı, ürkütücü, uyku kaçıran ve soluksuz okutan bir kitabın yorumuna nasıl başlanır?
Hayatınızda çok defa elinize aldığınız gibi, duraksız okuduğunuz kitaplarla karşılaşmışsınızdır. Bir sonraki sayfada ne olacağını ve olaylar örgüsünün sizi nereye götüreceğini öyle merak etmişsinizdir ki tüm yorgunluğunuza rağmen uyumak yerine, yemek yerine ya da televizyon izlemek yerine o kitabı bitirmeyi seçmişsinizdir eminim. Ancak benim için bu son zamanlarda çokça karşılaşılır bir şey değildi. Ve sonra, bir anda dünyamı ele geçirdi bu kitap, “Kusursuzlar”, orijinal adıyla “Only Ever Yours,” yani “Daima Sadece Senin”. Kitabın adı, orijinal baskının kapağında gülümseyen Barbie Bebek, Türkçe baskısının pembe ciltlenmiş sunumu ne kadar da masum olursa olsun bu kitap bir distopya, bir cehennem.
Sonsuza dek sadece senin olması için bir kız seç
Distopya dedik, sürekli olarak da distopya demeye devam ediyoruz, hem sinema endüstrisinde hem modern edebiyatta. Peki bu distopya neydi? Distopya, modern insanın tabiriyle her şeyin daha kötü ya da temelden çok kötü olduğu bir yaşam sistemi. Öyle ki, bu sistem insanın hayatının düzenini bozmakla kalmıyor, kimi zaman onu tamamen elinden alıyor. Peki hedef bu mu? Hedef bu olabilir mi?
Tabi ki hedef bu değil. 1984’ün dünyasından beri distopyaların kurucularının tek hedefi dünya üzerindeki aşılamaz belli problemleri çözmeye çalışmak. Ancak onları distopya yapan bu çözümlerin insan haklarını, özel yaşamın gizliliğini ihlal etmesi, çiğnemesi. Yani başlangıç noktasında iyi bir amacı hedef alıp, buna göre şekillendirilmiş bir toplum düzeni söz konusu. Ancak söz konusu işleyişe geldiğinde, çatırdayan sistemler distopyanın oluşturucusu oluyorlar. Bu sebeple, milyonlarca distopya olmasına rağmen, kusursuz bir ütopya hala oluşturulamadı.
Bir şeyden bir tane varsa, kıymetlidir zaten. Peki ya benzeri milyonlarca olan bir teoriyi kıymetli yapan nedir? Tabi ki gerçek olabilme ihtimali. İşte Louise O’Neill’in “Kusursuz”unu kusursuz yapan da bu, gerçek olabilme ihtimali.
İnsanoğlunun hikayesi Adem ve Havva ile başlar. Yasak elma ile başlayan cennetten kovulma hikayesi. En azından inançlı olanların bildiği kadarıyla. Ancak bu, yanlıştır. İnsanoğlunun hikayesi Adem ve Havva ile başlamaz. İnsanoğlu’nun hikayesi Adem ve onun için yaratılmış Havva ile başlar. Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu inanır ki, önce Adem ya da Adam yaratıldı ve Havva’nın, yani Eve’in yaratılışının sebebi onun yalnız kalmaması ve çocuklar sahibi olabilmesiydi.
İşte O’Neill ilhamını buradan alıyor ve kadınları işlevsizleştirip, dünya üzerindeki verdikleri savaşlarla erkeklerden zorla aldıkları kadın haklarının hepsini bir anda yok ederek, tıpkı ilk yaratılıştaki gibi, kadının erkek için yaratıldığı bir dünya yaratıyor. Kusurlu, genetik olarak bozuk, çirkin kadınlardan arınmış ve kadının mental ya da fiziksel gücünün işlevsizleştirildiği ve yalnızca erkeği memnun etmek ya da onlara çocuklar vermek için dünyaya geldiği bir dünya yaratıyor: Kusursuzlar dünyası.
Her şeyi mükemmel bir sistematiğe oturturken, erkek egemen bir dünya hayalinde olanlar için kusura yer bırakmamış O’Neill. Kadınlar, mükemmel genetik dizilimleri ile önce laboratuvarlarda üretiliyorlar, ardından yapay rahimlerde büyüyüp doğumlarının ardından dört yaşına kadar yuvalarda tutuluyorlar. Onlara aile vermek gereksiz. Onların tek ihtiyacı olan güzel ve katlanılabilir olmak. Sevilmeye, şefkat görmeye ihtiyaçları yok. Onlar birer süs bebeği. Güzel, bakımlı ve birbirlerine benzer olmaktan başka hiçbir ihtiyaçları yok.
Dört yaşlarından itibaren, Okul’a başlıyorlar. O yıl doğmuş her erkek için üç kız. Bu kızlar, on altı yaşlarına geldiklerinde, şanslılarsa, varlıklarına sebep olan varislerden birinin eşi oluyorlar. Onlara hayatlarında eşlik ediyor, onların çocuklarını doğuruyor ve büyütüyorlar. Bu onlar için tek özgürlük. Daha az şanslılarsa eğer bu Havvalar, varislerden birinin cariyesi oluyorlar. Onların küçük haremlerinde bekleyip, cariyesi oldukları erkeğin eşlerini bırakıp onlara geldikleri geceleri bekliyorlar. Eğer daha da az şanslılarsa, bakire olarak kalıp Okul’da diğer kızların eğitiminden sorumlu oluyorlar. Ve eğer hiç şansları yoksa, o zaman yer altına gidip daha iyi Havvalar oluşturmak için çalışan genetik mühendisleri için denek oluyorlar.
Bu kadınlar Okul’da ne mi öğreniyorlar? Kusursuz birer eş olmayı. İlk ve doğrudan hedef her zaman güzellik. Düşünmeleri yasak. Erkekler düşünen kızlardan hoşlanmazlar. Her zaman daha az yemeliler. Çünkü “Obezlik demodedir, kimse obezleri sevmez.” Daha çok spor yapmalılar. Her zaman kardeşleri olan Havva’lardan daha fazla güzel olmalılar ki özgür olmak için birer şansları olsun. Bacaklarının inceliği, bel kıvrımlarının keskinliği, yüzlerinin güzelliği kadar kıymetli. Düşüncelerinin hiçbir önemi yok. Öyle önemsizler ki, erkeklerin isimleri, televizyon programlarının isimleri, okulların isimleri bile büyük harfle başlarken, kadınların isimlerinin büyük harfle başlaması mümkün dahi değil. Onlar tıpkı vitrinde sergilenen birer eşya gibi kıymetsiz ve kimliksizler.
Tüyler ürpertici bu distopyanın havasını soluyan karakterlerin yanında buluveriyorsunuz bir anda kendinizi sonra. On altı yaşındasınız, Okul’un son senesinde. Bu sene en güzel siz olmalısınız. En az kalorili besinleri yemeli, çok sevilmeli, çok şık olmalı, en çok sporu siz yapmalısınız. Eğer en güzel olursanız, bir eş olabilirsiniz. Eğer prestijli bir adamın oğluyla evlenirseniz, prestijli bir adamın karısı ve çocuğunun annesi olursunuz. Zaten kırk yaşında işlevsiz bir bedene sahip olacaksınız ve yakılarak hayatınızı sonlandıracaksınız. O zamana kadarsa tek özgürlük bu.
Feminist duygularınızı köpürten, kadın kimliğinizi aşağılayan bu distopyada gerçek bir mutluluğun hayalini kurmak dahi mümkün değil. Çünkü…
“Bizim gibi kızlar için eş olmak özgürlüktür.”