Bazı filmlere karşı ön yargılı olursunuz. Uzay Yolcuları, orijinal adıyla Passengers da öyle filmlerden. Filmin fragmanını izleyip yanılgıya uğramamak elde değil. Filmin fragmanı izlendiğinde, bir uzay gemisinde uzun bir yolculukta yanlışlıkla uyanmış, sorun olduğunu anlamış, bütün filmi sorunu bulmaya ve çözmeye çalışarak geçiren iki insanı izleyeceğinizi düşünüyorsunuz.
Çoğunlukla mekanik terimlerin bulunduğu, iki kişinin kötü adamlar bile işin içine dahil olmadan sürekli hayatlarını ortaya koyduğu bir film izlemek, seveninin hoşuna gidebilir. Ancak söz konusu olan bir uzay yolculuğu olsa bile, insanın her zaman filmlerde, müzikte kendilerinden bir şeyler bulmasıyla onları sevdiğini düşünmüşümdür. Ve Uzay Yolcuları da, kesin bir dille söyleyebilirim ki, kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz bir film.
Düşündüğüm gibi film, iki insanın bir uzay gemisini kurtarmaya çalışması üzerine gelişmedi. Aksine, bu bölüm filmin yalnızca son yirmi dakikasına sıkıştırılmıştı. Ve film, bütün olarak insan olmakla alakalıydı. Her şeyiyle, insan olarak tüm aciziyetlerimizi, tutkularımızı ve ihtiyaçlarımızı çırılçıplak gözler önüne seriyordu film. Kim uzayda, bir uzay gemisinde geçen bir filmden bunları bekler ki?
İnsan yalnız kalmaya ne kadar dayanabilir mesela? Başka bir insanın hayatını elinden almaya ne kadar yalnızlıkla karar verirsin? Bir arkadaş edinmek için hiç tanımadığın birini ne zaman feda edersin?
Uzay Yolcuları, baş rollerini Jennifer Lawrance ve Chris Pratt’in paylaştığı, öyle dolu dolu da bir oyuncu kadrosuna sahip olmayan bir film. Ancak gerek de yok. Çünkü insanlığın ilkelleşmesi için teknolojiden uzaklaşmasına gerek olmadığını gösteren bir eserin kadrosu da ancak bu kadar kalabalık olabilirdi.
Film, yakın gelecekte geçiyor. İnsanlar dünya üzerinde uyutuluyorlar, uyku tüplerine yerleştiriliyorlar ve yeni yerleşime açık gezegenlere taşınıyorlar. Ve hikaye, yüz yılı aşkın süre yaşlanma süreci durmuş bir şekilde uykuda olan bir mekanik ustasının bir çeşit sistem arızası nedeniyle erken uyanmasıyla başlıyor.
Yüksek teknolojiyle dekore edilmiş, insani temel ihtiyaçların yanında lüksleri de barındıran bir uzay gemisinde olduğunuzu hayal edin. Varacağınız yeri görmeye ömrünüzün yetmesi mümkün değil. Sizden başka kimse uyanık değil ve mürettebatın uyuduğu bölümün kapıları tamamen kilitli ve onlara ulaşmanın hiçbir yolunu bulamadınız. Dünyaya mesaj gönderdiniz ancak bu mesajın cevabının ulaştığı güne de ömrünüz yetmeyecek. Ne kadar dayanabilirdiniz yalnızlığa? Yalnızca robotlarla konuşmaya, tüm cevapları yapay zekalardan almaya, iletişimsizliğe?
Hikayenin insansı yanı işte tam burada diriliyor. Onca teknolojinin içinde, bireysel tüketiminiz için sonsuz kaynağın içindesiniz. Ancak bu ilkelleşmeye engel değil. Yüksek teknolojiyle dolu bir ıssız adadasınız yani. Ve bundan kurtulma şansınız yok. Yanınıza alabileceğiniz her şey yanınızda. Ancak sizden başka kimse yok.
Bir yere gitmek istiyoruz, bir şeyler yapmak istiyoruz ancak sonuç o kadar önemli ki yolda, süreç boyunca ne olduğunun hiçbir önemi yok. İnsan hayatı, olaydan çok, sonuç odaklı bir hale gelmeye başladı. Süreler kısaldıkça, süre boyunca harcanan vakit de anlamsızlaşmaya başladı. Kısa süreler sonuca ulaştırmaya başladığından beridir de, uzun süreçlerin de hemen sonuca ulaşmasını bekleyen bir hayatımız var artık. O kadar sonuç odaklı olmuşuz ki yollardaki güzellikleri kaçırdığımız gibi, dayatılanın dışındakini bile görmekte zorlanır olmuşuz.
Bu film, yolu sevmek için güzel bir film ama. Dayatılanın dışındakine bir şans vermek için, beklenenin dışındaki hayatı sevebilmek için güzel. Çünkü insanın hayatındaki başarısızlıklar, filmde uzay gemisi arızasının meydana getirdiği beklenmedik uyanma ile sembolize edilirken, karşına çıkan yeni yolu sevebilmek ve ömrünü yolun sonu için değil de, yol için tüketmek; sonucun değil de anın kıymetini bilmek filmde çok güzel ifade edilmişti.
Filmde eksik edilmeyen şeylerden biri de, aşktı. Birini hayal ettiğin hayattan vazgeçecek kadar sevmekle, aslında biri için yeni bir hayat seçmekle özdeşleştirilirken aşk, bence yapılabilecek en doğru tanım buydu. Minimal ölçüde de olsa insanların birbiri için yaptığı fedakarlıklar olmasa, herhalde dünya mantıksal bir düzenle devam ederdi. Biri için fedakarlık yapabilmenin de doğallaştığı aşk ifadesi, filmin en etkileyici yanlarındandı.
O yüzden, filme girmeden önce tüm ön yargılarımı toplamış olmasına rağmen girdiğim andan itibaren beni kendine hayran bıraktı. Film, uzayda bir kahramanlık öyküsü demeyin. Tüm o görsel efektler bir yana, ben yakın zamanda bu kadar metaforu içinde barındıran ve insanlığın yeni yeni ulaştığı doruklarda da insan olduğuna bu kadar yalın değinen bir film görmemiştim.