Hep aynı şeyler söylenir, kalbi durup da diriltilen, ölümden dönen insanlar hakkında. Işığı gördükleri… Bir enerjiden bahsederler, onları çeken… Havada süzülmekten, bedenlerini dışarıdan görmekten bahsederler. Bazı inançlara göre bu her ne kadar mümkün değilse de, ölümden dönen insanların hepsi için bu aynıdır. Bedenlerinden bağımsız duyumsadıkları yoğun enerji…
İşte Flatliners bunu anlatan, son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden bir tanesi. Türkçe’ye Çizgi Ötesi olarak çevrilen filmin başrol kadrosunun genç olmasına rağmen tanınmış, hayli yetenekli isimlerden oluşması da senaryoyu besliyor adeta. Gelelim ana konuya:
“Çizgi Ötesi” kavramından da anlaşılabileceği gibi, söz konusu başroller bir çizgiyi geçiyor: Yaşam çizgisini… Kurgu, genel hatlarıyla karakter olarak birbirinden hayli farklı 5 tıp öğrencisinin etrafında dönüyor: Marlo, Courtney, Ray, Jamie ve Sophia. Bu öğrencilerden biri, Courtney, yıllar önce geçirdiği bir kazada kız kardeşinin ölümüne sebep olmasının ardından ölüm, ölümden sonra varoluş, ölümden dönmek gibi derin konularla ilgili derin araştırmalar yaparken buluyor kendini. Tek düşünebildiği kardeşinin nerede ve nasıl olduğu olan bu genç doktor adayının dikkatini bir süre sonra, ölümden dönen insanların anlattıkları çekiyor. Işık, enerji, çekilmek, süzülmek, bedenini dışarıdan görmek… Bu duygu, bu düşünce öyle büyük bir yer ediniyor ki genç kadının aklında, kendini bu durumu tecrübe etmek için duyduğu yoğun bir arzunun pençesinde buluveriyor. Elinde yeterli ekipman ve ona yardım edecek küçük de bir ekibin oluşu yüreklendiriyor Courney’i ve bir gece staj yaptığı hastanenin zemininde, acil durumlar için sakladığı tam teşhisatlı bodrum hastanesinde, elinde defibrilatörlerle kalbini durdurmak üzere buluyor kendisini. Ve sonra bir anda havada, bedeninin, hastanenin dışında, saf enerjinin içinde… Süzülürken.
Yaşadığı bu sıradışı deneyimin ardından Courney’nin değişen ve gelişen özelliklerini fark eden diğer öğrencilerin de sırayla yaşam çizgisinin ötesine geçip geri dönmeleriyle başlayan hikâyenin, bilimle beslenen, inançlara değinen ve ardından da gerilime kadar uzanan bir yapısı var. Ancak bu filmi bana sevdiren asıl unsur, barındırabileceği her türlü ögeyi bir arada barındırmasıydı. Yani örneğin, sıradan bir gerilim filminde gerginlik asla düşmezken, bu filmde temponun ve hızın bir anda yükseldiğini, sizi gerip korkutacak şeyin bir anda ortaya çıktığını, bir anda sahnenin sizi kahkaha attıracak enerjiye ulaştırdığını ve ardından yaşanan duyguların yoğunluğunu, her şeyi hissedebiliyorsunuz. Hem de iliklerinize kadar. Felsefik cümleler kuran ama aynı zamanda genç ve neşeli olan bir film bu. Bilimden beslenip inançlara giden bir yolu var. Flatliners, tam anlamıyla zıtlıkları bir araya getirirken tıpkı siyah ve beyazı andıran bir büyüleyicilikle izleyicisini kendine bağlıyor.
Son zamanlarda yaşadığım sıkıntılardan biri filmlerin alt metniyken, bu filmde gerçekten tatmin olduğumu da hissettim. İzleyicisinin IQsunu yeterli görmediğinden mi bilinmez, alt metni seyirciye geçirebilmek adına repliklerin tekrar edildiği bir dönemden geçtik ve ben nihayet izleyiciye o saygının duyulduğu filmler de izleyebiliyorum. Flatliners‘ın bir diğer güzel yanı bu.
Ancak filmle ilgili güzel yanları sayarak bitirebileceğimi sanmıyorum. Belki de çevremdeki yorumlardan ötürüdür, ancak film bana beklediğimden çok daha fazlasını verdi. Kim derdi ki bir gerilim filminin enerjisi bu kadar yüksek olsun, orasında kahkaha attırsın, sonunda gözyaşı döktürsün. Ancak sinema bu. Sürprizleri içinde barındırıyor. Ve iyi bir senaristin elinden çıkan bir eserin tek başına bir temaya sahip olmak zorunda olmadığını, tıpkı hayat gibi onlarcasını içinde barındırabildiğini gösteriyor.
Belki de bu, sinemanın aşmak zorunda olduğu bir çizgi değil. Ancak Çizgi Ötesi için o çizgi bir engel olamamış.
İyi seyirler…