Müzik, dans, hayaller, aşk, tutku ve azim… İşte karşınızda La La Land!
Henüz ilk fragmanıyla hakkında konuşulmaya başlayan ve 2016’nın son günlerinde ülkemizde de gösterime giren filmi son zamanlarda çokça duymaya başladık. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Altın Küre ödüllerinde aldığı ödüllerle izlemeyenler için merakını ikiye katlayan bir film oldu La La Land. Tanıdık bir uyum da eklenince gözler hepten filmin üzerine toplandı. Birlikte oynadıkları üçüncü film ile Ryan Gosling ile Emma Stone arasındaki kimya bir kez daha kendini gösterdi. İki ismin de ödüle layık görülen oyunculuklarının yanı sıra danslarıyla ve seslendirdikleri şarkılarla aralarındaki uyum güçlü bir şekilde kanıtlanmış oldu. Whiplash’i izleyip beğenenler zaten emindi Damien Chazelle’nin yaptığı işin başarısından. Önemli dallarda pek çok adaylığı bulunan filmin Oscar kazanma ihtimali de kesine yaklaşmış oldu böylece.
Caz müziğinin dalında solup gitmesini kabullenemeyen Sebastian ve başarılı bir oyuncu olacağına karşı umutlarını kaybetmek istemeyen Mia… Sanat uğruna bütün karmaşasına katlandıkları Los Angeles şehrinde korna seslerinin, kahve kokularının ve piyano notalarının arasında bir yerlerde kesişti yolları. Bir aşk filmiydi. Dram da vardı elbette ama en önemlisi, La La Land bir müzikaldi. Henüz ilk sahnesinden kalpleri kıpır kıpır eden müzik ve danslarıyla, aynı ritmi yakalamayı başarmış rengarenk kostümlerle, bir anda şehrin sıkışık bunaltıcı havasından uzaklaştırıp bir nefes mola verdiriyor insana.
İki hayalperestin bu hikayesinde 1950’lerin Amerikasından o zamanların filmlerinden tanıdık kokular yayılıyor. Dans ayakkabıları, topuk sesleri, gün batımı, rengarenk kıyafetler, tanıdık şarkı sözleri ve aşkla bakan iki göz. Film bu masalsı ilhamını nostaljiden alıp, günümüzün karmaşasından dünümüzün masalsı zamanlarına aralıklı geçişler yaşatarak yüreklerde sıcacık duygular bırakıyor.
Ben, La La Land ile Justin Hurwitz bestesinde yepyeni müziklerle tanıştım. Caz müziğinin küçük sırlarını öğrendim ve piyanoya bir kez daha hayran kaldım. Seneler önce ziyaret ettiğim ve sanırım o zamanlar yaşım küçük olduğu için fark edemediğim romantik sokaklarıyla, gün batımıyla ve yıldızlarıyla Los Angeles sokaklarını yeniden keşfettim. Benim başıma gelse hangisini seçeceğime karar veremeyeceğim ikilemler karakterlerin hayatlarında büyük değişimler yaşatırken, idealler uğruna nelerden vazgeçebileceğimizin sınırlarını keşfettim. Aşk ve hayallerin karşı karşıya mı kol kola mı gittiğini olası ihtimallerle, pişmanlıklarla, geçen zamanla ve hayatın karşılaştırdıklarıyla yani kaderle nasıl örtüştüğüne bu sıcacık hikayeyle tanık oldum.
Ödül alsın almasın pek de önemli değil. La La Land gerçeklerin arasından kalbe dokunmayı başaran nostaljiyi hissetmek, güçlü oyunculukları sağlam bir senaryo eşliğinde izlemek, güzel müzikler dinlemek, gözlere rengarenk birkaç anı kazımak için izlenmeli. Müzikali sevenler için kaçırılmayacak bir fırsat, sevmeyenler için ise güzel bir başlangıç olabilir.
İyi seyirler..