“Siz hiç aşkınızı, daha ucuz diye almayı tercih etmediğiniz bir kot markasının üretildiği fabrikanın kapatılması sonucu işini kaybeden bir işçinin evinde umutsuzca yumurta haşlarken oluşturduğu klimatik bir etkiyle iki ay sonrası sebep olduğu ani bir yağmurun bir damlasıyla elinizde tuttuğunuz ve sevgilinizin telefon numarasının yazılı olduğu kâğıdı ıslatarak mürekkebini akıtması sonucu numarayı kaybettiğiniz ve onu arayıp bulamadığınız için yitirdiniz mi?”
Mr. Nobody
Bir anonim; ‘’Hayat, yaptığınız seçimlerdir.’’ demiş. Peki, korkup kaçtıklarınız; hayatınızın kaç kilometre uzağında? Bir tünelden içeri girdiniz diyelim, diğerinin ucu nereye varıyor, hiç merak etmediniz mi? Bugün bu yazıyı okumaya karar verdiniz. Şu an benimle birliktesiniz. Şu dakika, gözleriniz parmaklarımın dokunduğu küçük harflere odaklanmış, hevesle ya da kuşkuyla bir sonraki kelimenin ne olacağını merak ediyorsunuz ve ben, beyinlerinizdeki bütün olasılıkları tersine döndürebilecek güce sahip olan kalemi ellerimde tutuyorum. Bir seçim yaptınız, benimle olmayı seçtiniz. Birileri size bu seçimi mecbur kıldı. Kim bilir, belki bu biri sizdiniz. Peki, hayatınızda bu ve bunun gibi birçok seçimde yüzde yüz olasılıklı taraf siz olsaydınız? Ne demeye mi çalışıyorum? Yani bir seçim yapmak zorunda olmayıp terazinin iki kefesine de aynı anda dokunabilseydiniz; dengenin ne tarafında oturuyor olurdunuz?
Kelebek etkisi, Domino teorisi ya da Karma felsefe… Adına ne derseniz deyin Jaco Van Dormael size şu keskin soruyu soruyor: Eğer geleceği görebilseydik; bu bize yaşayacağımız olumsuz şeyleri tersine çevirebilme ve sıkıntısız bir hayata kavuşma imkânı sağlar mıydı? Yoksa hayatımızdaki nirengi noktalarına dikkat etmemiz hususunda bize devamlı baskı yapan sıkıcı bir kâbusa mı dönüşürdü?
Ana karakterim Nemo, filmde insan beyninde şok etkisi yaratacak küçük detaylarla insanı kendi seçimleri hakkında düşünmeye davet ediyor. Dünyaya gönderilmeden önce, unutturma meleklerinin kendisini es geçmesiyle geleceğe dair her şeyi hatırladığını sık sık dile getiren Nemo, bu sayede bilinenin aksine geleceği hatırlayabildiğini iddia ediyor. Bu kulağa biraz garip gelebilir elbette ama bu tür olaylar neden filmimizin fantastik film kategorisine girdiğini bir tık daha destekler nitelikte. Nemo, 8 yaşındayken anne ve babasının ayrılmaya karar vermesiyle birlikte taraflardan birini seçmek zorunda olduğu algısını yırtarak aynı anda iki tarafın da başrolünü oynamaya karar veriyor. Seçim yapmadığı sürece her şeyi kendisi için mümkün kılıyor. Kendi sonsuz olasılıklı hayatının filmini çekip, seyirciye bu hayatı bir ütopya düzeniyle izletiyor. Verdiğimiz kararların pişmanlıkları, üzüntüleri, hayal kırıklıkları olmaksızın sonsuz olasılıkta var olmanın hayalini kuruyoruz Nemo ile birlikte. Belli belirsiz çoğu noktada insanın kendisinden bir şeyler bulabilmesi ve bazen beyaz camda kendini izliyormuş hissine kapılması çok kolay.
Eğer, filmdeki hikâyeyi gerçeğe uyarlayabilseydik; bu bir ütopyadan çok kara ütopya olurdu bana kalırsa. Düşünen bir beyine sahip olmak bu denli sorumlulukları kaldırabilmek cesareti de verebilmeli insana. Bizlerin zaman dediğimiz dördüncü boyutla savaşa girmemiz çok zor. Yaratılış illa bir şeylerden vazgeçmeyi hüküm giydiriyor hayatlarımıza. Bu biraz sonsuza kadar yaşıyor olmak klişesiyle eş değer. Bir gün öleceğinden adı gibi emin iken, insan küçük şeylerle daha kolay mücadele edebiliyor. Seçimler de bunun gibi. Bir yolu seçtiğinde doğru ya da yanlış bu yola girdiğin an, seni o yolun başına götüren tercihlerin; hepsi seninle birlikte yaşanan, senin yaşadığın şeyler. İnsanı insan yapan; doğru ya da yanlış şeyler. Büyük ya da küçük, sonlu ya da sonsuz… Sadece sana ait şeyler. Hatta şu an ben bu yazıyı yazarken, siz işinizi gücünüzü bırakıp bu yazıyı okurken, eşiniz mutfakta yemek yaparken ya da üst komşunuz gecenin bu vakti elektrik süpürgesini açmışken. Her durum her koşul da bir ötekinin elbette ki vazgeçişi olacaktır Sayın Okur.
Kaynak:
http://sinekiyatri.blogspot.com.tr/2012/01/mr-nobody-bay-hickimse-2009.html
İlham için Sinekiyatri’ye teşekkürler.