“Hepimiz birer seyirciyiz. Tren yolcuları dünyanın her yerinde aynıdır. Her sabah ve her akşam o trene biner, gazete okur ya da müzik dinleriz, aynı sokaklara aylakça bakarız ve ara sıra bir yabancının hayatından kesitler yakalar, daha iyi görebilmek için kafamızı uzatırız.”
Durdu… Son on iki dakika yirmi iki saniyedir yudumlamayı unuttuğu kahvesinden bir yudum aldı. Ardından yazmaya devam ederek; “Hayat,” dedi, “Aslına bakarsanız insanın iki nefesi arasında şeytanıyla yaptığı takasının adıdır. Fazlası değil. Bizler… Biz zavallı insanoğulları… Ne engin denizler aştık ne buhranlı fırtınalara şahitlik ettik. Nice hüzünlere kıdemli yol arkadaşlığı… Sonunda fark ettik ki aynı nehirde birden fazla yıkanmış, kirinden abdala dönmüş, benliğinden zorla kopartılıp topluma mâl edilmiş, çıkarlarının, bitmek bilmeyen arzularının, iç çatışmalarının ve öfkesinin kurbanı olan zavallı bir meczuptan fazlası olamamışız.”
Sevgili Okurlar, hemen hemen her gün önünden geçtiğiniz evler var. Geçip gittiğiniz sokak araları… Sonu yokuşla aydınlanan eğreti yapılar var. Her gün rüzgârı hızla yüzünüze çarpan insanlar var. Yalnızca iki saniyeden fazla görmediğiniz fakat ona rağmen kokusu üstünüzde yer edinmiş insanlar… Tanışmayı, birlikte yaşamayı, aynı adımda senkronize olmayı arzuladığınız milyonlar… Adlarını, kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini bilmediğiniz tonlarca insan sürüsü. Nereye gidiyor bu insanlar? Peki ya siz, bu insanlarla beraber nereye gidiyorsunuz?
Bugün bu melankolik girişi yaparak kafalarınızda yarattığım binlerce soru işareti için üzgünüm. Sizi kendinizi sorgulamaya ve kendi iç dünyalarınıza ittiğim için bağışlayın. Günümüzde, nereden bakarsanız bakın düşünmenin ve düşünen bir birey olarak var olmanın yükü çok ağır. Fakat izninizle, yarattığım bu karmaşanın temelinde baş döndürücü bir kitap ve kalemi kuvvetli bir yazarın yer edindiğini belirtmek isterim. Tabii ki Paula Hawkins ve elbette ki onun akıllardan çıkmayan Trendeki Kız romanı…
Kitap genel hatlarıyla her gün evden işe gitmek için aynı trene binen sarhoş ve oldukça mutsuz bir kadının, hayalini kurduğu hayatı elinde olmayan sebeplerle kaybetmesinden sonra tren rayları arasında verdiği nefes kesen mücadelesini anlatıyor. Kitabın ilerleyen sayfalarıyla birlikte gittikçe içine kapanan, insanlardan kaçan, kendini fazlasıyla alkole veren, bütün gün tren pencerelerinden ya da arka koltuklardan gözlemlediği insanların hayatlarını sorgulayan, mutluluğa ve geleceğe olan inancını kaybetmiş, içsel iletişimini artırıp dış dünyayla olan iletişimini sıfıra indirgemiş bir bireyin sorgulayan yüzüne tanık oluyoruz.
Karakterin beni bu denli etkilemiş olması sanırım kendimi onlarda kaybetmiş olmamdan geliyor. Devamlı sorguladığım ve akrebin yelkovanla olan münasebetine engel olamadığım bir hayatım var. Hemen her gün başucumdan koşarak uzaklaşan kalabalıklara rağmen yaşamımın gerçek olup olmadığı sorusuna canlı kanıt aradığım zamanlara da sahibim. Neden mi?
Çünkü her birimiz hayata mutlu olmak için geliriz. Her sabah sıcacık yataklarımızdan kalkıp, rüzgârı yüzümüze vurup geçen milyonlarca insanla aynı anda işe koyuluruz. Bizi mutlu eden şeyleri ararız. Ömür boyu… Kimilerimiz bulur. Kimilerimiz bulduğunu sanır. Kimilerimiz üstüne basa basa yaşar hayatı. Kimilerimiz içinse sadece nefes almaktır yaşamanın adı. Bizler, yetinemeyen zavallı insanoğulları, mutluluk peşinde koşarız bütün ömür boyu. Kitabın 22.sayfasında ‘’Hayat bir paragraf değildir ve ölüm de bir parantez.” demiş Hawkins. Kısacası hayatta mutlu olmak için birilerinin önsöz yapmasını beklemeyin diyor yazarımız. İnsanlar size sürekli kendinizi yetersiz ve kusurlu hissettirir. Kendi doğrularından gitmenizi, kendi korkularını sizin de sahiplenmenizi beklerler. Tıpkı Tom gibi… Tom, ana karakterimin eski eşi, hayatına giren bütün kadınlara söylediği binlerce yalanla, sergilediği tutumlarla onlara kendilerini hep hatalı ve değersizmiş gibi hissettiren dominant bir karakterdir. İnsanlar da böyledir. Siz de en ufak bir zayıflık hissettiklerinde yakanıza yapışırlar. Unutmayın, yaşamak; yaşadığını sanan herhangi bir ölü gibi her gün aynı trene binip sarhoş bir şekilde evine dönen bir meczup parkası altına saklanmak değildir. Üstüne basa basa yaşadım diyebilmek için kendi iç çatışmalarınızı bitirip, hayatı yalnızca sizin belirlediğiniz kurallarla, çizdiğiniz doğrular üzerinde akıtın. Kendi adımlarınızı takip edin. Sağlıcakla kalın.