Sevgi, insana bahşedilmiş en muazzam hislerden biri. Doğumdan ölüme uzanan yaşam sürecinde birçok kez tecrübe ettiğimiz bu his, hayatımızın devamını sağlayan en önemli şey. Anne ve babamızı, kardeşlerimizi, çevremizdeki insanları; yaşadığımız dünyayı, güneşi ve ayı; çiçekleri, böcekleri, kuşları ve tüm hayvanları; her şeyi olmasa da, bir şeyleri mutlaka severiz. Sevmek öyle rahatlatır ve iyi hissettirir ki kalbinde sevgiye yer olan her insan bir başka bakar dünyaya. Bilhassa karşılığı olan sevgi, sevmek ve sevilmek ne güzeldir!
Her insan, bir ömür boyu sevgi ve saygıyla yaşatacağı bir ilişki ister. Nasıl büyük bir heyecan ve tutkuyla başladıysa, senelerce aynı mutluluk ve telaşla devam edecek bir birliktelik, birçok kişinin hayalidir. Zaten asıl önemli olan, o ilk günlerin coşkusunu bütün bir ömür boyunca devam ettirmek değil midir? Karşılıklı sevgi ve arzu ile başlayan aşkın ilk evreleri birbirinden güzel anılar ve unutulmaz hatıralar barındırır. Bu ilk zamanlarda birbirini daha iyi tanıma fırsatını yakalayan taraflar, beraberliklerini evlilik çatısı altında sürdürmek ister. Kimileri için daha güzel ve özgür günlerin habercisidir evlilik. Sabahları aynı yatakta uyanmak, akşamları yine aynı eve dönüp gelecek için birlikte planlar yapmak harika bir hayaldir. Bir bebeği, kendi bebeklerini beraber büyütme düşüncesi, tarafların aşklarını daha da büyütür ve imzalar atılır, tüm bu hayalleri gerçekleştirme evresi başlamış olur.
Aylar ve belki yıllar boyunca süren birliktelik, bir başka boyutta yeniden başlamıştır artık ve birbirlerine aşk ve tutkuyla bağlı iki insan, şimdi ne zaman isterlerse terk edebilecekleri sınav salonunda, bir ömür boyu ayrılmama sözünü vererek yerlerini almıştır. Evet, evlilik bir sınavdır aslında: Sevginin, saygının, sadakatin ve tahammülün sınavıdır. Genç ve diri iki bedenin, iki ruhun birbirini, yıllar geçtikçe değişip başkalaşmalarına rağmen, ilk günün şevkiyle yeniden sevebilmesi, bu sınavın en çetin virajıdır. Ne yazık ki bu dönemeçle başa çıkamaz her insan. Tarafların her biri ayrı yerlere savrulabilir. Zaten asıl önemli olan evliliğe adım attıktan sonra aynı tutku ve heyecanla, beraber yaşlanabilmektir.
“Hastalıkta ve sağlıkta” beraber olabilmek, içindeki sevgiyi yıllar geçtikçe daha da büyütebilmek, karşılaşılan güçlüklerle beraber başa çıkabilmek herkesin hayali olsa gerek! Hayatın tatlı telaşlarını birlikle yaşamak; mesela bir akşam kalkıp klasik müzik konserine gitmek, beraber yemek yapıp, beraber şarkı söylemek, çocukça gülüp delice eğlenmek evliliğin en güzel tarafları… Tüm bunlardan daha önemlisi, yaşlandıkça eriyip giden dış güzelliklere, ortaya çıkan fiziksel aksaklıklara rağmen yine de birbirini aynı heyecanla sevebilmek… Her insanın başaramayacağı bir şey bu, herkesin geçemeyeceği bir sınav.
Emeklilik günlerinin tadını çıkartırken, birbirine yıllar önceki aşkla bakabilen iki yaşlı insan, bu dünyanın hâlâ dönüyor olmasının sebeplerinden biri olabilir. Amour (Aşk) filmindeki Anne (Emmanuelle Riva) ve Georges (Jean-Louis Trintignant), bu konuda verilebilecek en güzel örneklerden biri. Anne’in geçirdiği bir felç sonucunda yavaş yavaş yok olup gitmesine tanıklık eden Georges’un, her şeye rağmen eşinin elinden tutması ve ona son gününe kadar büyük bir sevgi, saygı ve sabır göstermesi, gerçek aşkın bir başka tarifi…
Sevmek ve bu sevgiyi bir ömür boyunca karşına çıkabilecek her türlü caydırıcı unsurlara, çözülemeyecek gibi görünen sorunlara rağmen sürdürebilmek, elden ayaktan düşsen de, bir zamanlar seni sen yapan güzelliğin uçup gitse de içindeki aşk, sadakat ve inançla karşındaki insanın gözlerinin içine gülümseyerek bakabilmektir… Eğer gerçek sevgiye inanıyor, bu sevginin gerektirdiklerini ve götüreceklerini kabul ediyorsanız, 2013 Akademi Ödülleri‘nde Best Foreign Language Film ödülünün sahibi “Amour”u mutlaka izlemeniz gerekiyor. Saf ve yalın bir halde, tüm yapmacıklıktan ve kargaşadan uzakta, Avusturyalı ünlü yönetmen Michael Haneke’nin “Amour”u sizi bekliyor!
(Görseller, imdb.com , postdefiance.com , cinemaautopsy.com ve newslang89.wordpress.com adreslerinden alınmıştır.)