Uyarı: Bu bir film analizi olduğundan filmin olay örgüsü hakkında önemli bilgiler mevcuttur. Seyir keyfinden çalmaması adına film izlendikten sonra okunması tavsiye edilir.

Tüm dürüstlüğümle söylüyorum, bu izlemesi zevkli bir film değil. İzlediğim her an, gerek müziğiyle olsun, gerek görselliğiyle, hem oldukça gerildim hem de filme girdiğime bir torba laf ettim. Ancak bu demek değil ki başarısız bir film izledim. Aksine, oldukça başarılı olduğunu düşündüğüm bir film oldu, sadece yönetmen Yorgos Lanthimos’un izlediğim diğer filmleri gibi, her izleyiciye uymayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.

Bir kardiyolog olan Steven (Collin Farell), ergen Martin (Barry Keoghan) ve de Steven’ın ailesi odağında geçen filmde, Steven ile Martin arasında fevkalade gariplikte bir ilişki olduğunu görüyoruz. Düzenli bir şekilde buluşup sonrasında sohbet ediyorlar. Hatta Steven Martin’e bir saat hediye ediyor. Ardından, Martin gittikçe Steven’ın aile ortamına sızıyor. Önce bir yemek yiyorlar, sonra bir tane daha ve o sırada Steven’ın kızı Kim, Martin’e abayı yakıyor. Martin Steven’ı evine de davet ediyor ve annesi Steven ile flört ediyor. İyice üstüne gelince de Steven evden çıkıp gidiyor. Bundan sonra Steven’ın oğlu bir sabah bacaktan aşağısı paralize uyanıyor. Doktorlar ne yapsalar da bulamıyorlar neden olduğunu. Martin gelip anlatıyor Steven’a: Kendisi eğer bütün ailesini kaybetmek istemiyorsa, hastalığın aşamalarını tamamlamasına izin vermeden ailesinden birisini kendi elleriyle öldürmek zorunda. Hastalığın ise dört basamağı var: paralize olmak, zorlansa bile yemek yemeyi reddetmek, gözden gelen kan ve de hemen ardından ölüm. Bu sırada anlaşılıyor ki, aslında Martin’in babasının ameliyatını Steven yapmış ve babası, Steven’ın sarhoş girdiği ameliyat masasından kalkamamış. Martin bu planın, aklına en çok yatan adalet anlayışı olduğunu söylüyor: Steven’ın kendi ailesinden birinin hayatını almış olmasına karşılık, kendi ailesinden birininkini feda etmesi.

Sonuç olarak Steven eline aldığı tüfekle rasgele birini vuruyor. O kişi de minik oğlu oluyor, ailenin en minik üyesi.

Senaryosuyla Cannes Film Festivalinde ödül aldığı da göz önünde bulundurulunca zaten oldukça başarılı bir olay örgüsü olduğu fikri iyice güçleniyor.

Filmi gerçekten çok farklı ve fazla unsurla bağdaştırmak mümkün. Bir yandan bir Haneke filmi havası varken bir yandan da Testere tarzı bir filmin izleri bulmak mümkün. Ama filmi izleyince gözden kaçamayacak kadar bariz olan bir unsur var ki o da mitoloji.

Filmin adından da fikir yürütülebilineceği gibi yönetmenin uyruğu ve stilinden de aynı çıkarım yapılabilir. “Iphigenia” miti olarak bilinen bir mite göre, Kral Aegememnon bir kutsal geyik öldürerek Artemis’in öfkesini çeker. Öfkesini yatıştırmak için de bir kurban vermesi gerekir. Sonuç alarak kızını kurban etmek zorunda kalır. Kızının son anda geyiğe çevrilip çevrilmediği konusunda tartışma vardır. Bu mitin günümüz uygulamasında intikam alan tanrı Martin oluyor. Onun henüz reşit bile olmamasına rağmen insanların hayatları üzerinde böyle bir kudretle donatılmış olması da ayrıca enteresan.

Filmimin genelinde “büyü mü yaptı, ne yaptı bu çocuklara?” şeklinde sorgular yapmak tabii ki doğal. Ancak ben bunun gerçekten filmin içinde önemli bir öge veyahut verilmek istenen ana fikirle ilintili bir durum olduğunu düşünmüyorum. Film Martin’in gerçekten tanrısal bir donanımı olup olmamasıyla ilgilenmiyor. Sadece onun bu kudrete sahip olarak ve hala çocuksu bir takım dürtülerle hareket ederken, adalet terazisini elinde tutmasıyla ilgileniyor, daha doğrusu eğik tutmasıyla.

Kırık teraziyle hareket eden tek karakter Martin de değil. Takdir edersiniz ki, Steven da bu alandan payına düşeni almış. Daha filmin ilk sahnesini izlerken ve tüyleriniz diken diken olmuşken gördüğünüz kalp vardı ya, işte o kalpte ve dolayısıyla bir hayatın devam etmesi veya sona ermesi arasındaki ince çizgide oturuyor Steven. Onun neşterinin her hareketinin bir sonucu var o hayat üzerinde. En yetkili, en güçlü kişi kendisi, Steven. O, hayat üzerinde bir tanrı aslında. Elleri arasında tuttuğu hayatın sona ermesine sebep olsa bile onun vicdanı rahat çünkü o bir tanrı ve tanrılar hata yapmaz, anestezi uzmanları hakkında aynısını söylemek zor tabii.

Vicdan demişken, ilk sahnelere yeniden dönmek lazım. Kana bulanmış eldivenlerini çöpe attığı sahnede aslında çöpe attığı şey vicdanında olması gereken lekeler olabilir mi? Ellerinin aslında o kadar temiz ve beyaz olmadığını düşündürüyor…

Martin’i muhtemelen en çok rahatsız eden durum ise Steven’ın babasını alkollüyken ameliyat ederek ölümüne sebep olduktan sonra sanki yaptığı hatayı silebilirmiş gibi yarım yamalak bir baba figürü haline gelmesi. Onun kolunu ısırıp; “okşamamı ister misin? Ama muhtemelen sadece daha çok acı çekmene neden olur” dediği de buna işaret ediyor aslında. Steven, Martin’in etinden kemiğinden bir parça alıp biraz sevgi gösterse geçirecekmiş gibi davranmıştı geçmişte. Bunun durumu daha iyi hale getirmediği ise bariz. Tabii burada şu sorguyu da yapmak ziyadesiyle kıymetli: Acaba gerçekten Martin’in babasını öldürdü diyebilir miyiz Steven için? Başkasının hayatını kurtarma amacıyla yola çıkılıyor sonuçta, hatası olsa da yalnızca ona yüklenmesi gereken bir kabahat demek mümkün mü? Filmin cerrahın anestezi uzmanının, anestezi uzmanının da cerrahın, hatasının can alabileceğini söylemesi de buna işaret ediyor. Bu bir cinayet gibi değil esasında, bir suçlunun, bir katilin var olup olmadığı şüpheli dolayısıyla. Ancak yitirilen hayatın sorumluluğunu kim almalı?

Kutsal Geyiğin Ölümü, intikamın adalet sağlayıp sağlayamayacağını tartışan ve de mutlaka güçlü ile adil arasında bir paralellik olması gerekmediği gerçeğine hayıflanan oldukça gergin bir film olarak çıkıyor karşımıza. Son kertede bakıldığında, izlemesi zevkli bir film değil ancak kesinlikle üstünde tartışması, konuşması, okumasını yapması fevkaladenin fevkinde bir zevk tattırıyor izleyiciye.

 

 

Beste Gizem Cicioğlu’nun yazdığı yönetmenin diğer filmi Lobster hakkındaki yazıyı okumanız şiddetle tavsiye edilir.

Kaynakça

https://www.theguardian.com/film/2017/nov/05/killing-of-sacred-deer-review-yorgos-lanthimos-colin-farrell-nicole-kidman

http://www.vulture.com/2017/10/the-killing-of-a-sacred-deer-and-greek-myths.html

https://www.theatlantic.com/entertainment/archive/2017/10/the-killing-of-a-sacred-deer-review/544089/

http://www.bfi.org.uk/news-opinion/sight-sound-magazine/reviews-recommendations/killing-sacred-deer-yorgos-lanthimos-greek-tragedy-modernist-guignol

https://www.greekmythology.com/Myths/Mortals/Iphigenia/iphigenia.html

Kullanılan Görseller

http://justinrenteria.com/The-Killing-of-a-Sacred-Deer

http://www.exmutter.com/yeni/kutsal-geyigin-olumu-the-killing-of-a-sacred-deer/3364

http://www.turkcealtyazi.org/viewtopic.php?t=45135url

https://filminebandim.com/filmler/film-degerlendirmeleri/killing-of-a-sacred-deer-kutsal-geyigin-olumu-2017-film-incelemesi/

 

Leave a Reply

1 comment

  1. serdar

    bu filme benzer olay örgüsü ve gerilimi olan başka bir film izlemiştim. aile yapısı aynı ( anne baba kız ve erkek çocuk – filmdeki ile aynı yaşta) bir nedenden, önce erkek çocuk yemek yemeyip hastanelik oluyor. tıp açıklayamayıp daha sonra ablasının kulağına bir şey fısıldayarak daha sonra da anneleri birer birer bu hastalığa kapılıyorlar. film ile ilgili hatırladıklarım bunlardan ibaret. bu filmi izleyip kutsal geyiğin ölümü ile benzerlikleri farketmemek imkansız olurdu. filmi hatırlayan var mı acaba?