Bir insanın diğer bir insana, bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla bağlanabileceği gerçeğini seyircilere gösteren onlarca aşk hikayesi… Gelmemiş yarınlara adanmış, umutla beklenen onlarca mutluluk hayali… Bu hayali mutluluğa ulaşan da var elbet, varlığı bile huzur vermeye yeten sevdiğini bir anda kaybeden de… Hani sevilen kişinin bir yerlerde yaşıyor olduğunu bilmek dahi insanı mutlu etmek için yetecek ama kaçınılmaz olan ölüm, bu mutluluğu da çok görüyor. Her ne ise derdi, onu senden, kalbinden söküp alıyor. Umutsuz aşklar, şimdiye kadar birçok sinema yapıtının öne çıkardığı konular arasında. Öyle ki neredeyse seyirci gözünde klişeleşmiş kalıplara hapsedilen bu kavramlar, artık gerçek anlamını yavaş yavaş yitirmekte… John Green’in aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanmış olan 2014 yapımı “The Fault In Our Stars” (“Aynı Yıldızın Altında“) adlı filmde ise bu kavramlar oldukça yerinde ve farklı bir hikayeyle ele alınmış.
“The Fault In Our Stars” filmi, kanser hastası olan iki gencin hikayesini ele alıyor. Hazel rolündeki Shailene Woodley, daima içinde oksijen tüpü olan bir çantayı yanında gezdirmek zorunda olan; kanseri akciğerlerine kadar yayılmış bir genç kız. Geçirdiği nöbetler sebebiyle vaktinin birçoğunu hastanelerde geçirmiş olan Hazel, her gün ölüme biraz daha yaklaştığının farkında ve bu sebeple insanlarla iletişim kurmaktan kaçınır halde. Hastanelerden arta kalan vaktinde genellikle kendini kitaplara veren Hazel, annesinin ısrarıyla bir destek grubuna katılmayı kabul ediyor ve orada Augustus ile tanışıyor. Augustus rolünü canlandıran Ansel Elgort ise kanser sebebiyle geçirdiği bir operasyon sonucunda sağ bacağını kaybetmiş olmasına rağmen, hayata daima pozitif bakan ve hayalleri peşinde koşmak isteyen bir genç. Destek grubunda başlayan bu ilişki gerçek bir aşk hikayesine dönüşüyor. Çok sevdiği bir kitabın yazarıyla tanışmak isteyen Hazel, hayattaki bu tek arzusunu gerçekleştirmek için çıktığı sağlığı açısından tehlikeli ve uzun Amsterdam yolculuğunda gerçek aşkı buluyor. Elbette ki iki gencin yakasına yapışmış olan bu hastalık, her birini farklı zamanlarda zayıf düşürmesine rağmen onlar, birbirlerine destek olmaktan geri durmuyorlar. Ölümün kendilerine ne denli yakın olduğunu her gün hisseden bu iki gencin her şeye rağmen hayattaki amaçlarından vazgeçmemesi, seyircileri etkileyen en önemli nokta.
“The Fault In Our Stars” filmin izlenmesi için var olan birçok nedenden bir tanesi de filmin içindeki seyirciyi vuran cümleler… Özellikle monolog kısımlarında yer alan etkileyici cümlelerden birisi Hazel’a ait… Hazel’ın, Augustus ile arasındaki sevgiyi anlatırken kurduğu cümle hafızalara kazılacak nitelikte:
Elime geçen sayılardan daha fazla yaşamak istiyorum. Ama Gus, hayatımın aşkı, bizim küçük sonsuzluğumuz için sana ne kadar teşekkür etsem az. Bana sayılı günler içinde sonsuzluk verdin ve bunun için sana müteşekkirim.
Filmin konusunun ve olay örgüsünün bu kadar sağlam ve hayatı sorgulatan nitelikte olmasının yanında karakterler arasındaki rol dağılımının bir eksiklik oluşturduğu fikri haksız sayılmaz. Her ne kadar senaryo doğal olarak filmin baş karakterleri olan Hazel ve Augustus’a odaklanmış olsa da yan karakterlerin sadece birkaç sahne dışında görünmemesi eleştiri oklarının hedefinde… 2 kez Oscar adayı gösterilen Laura Dern (Hazel’ın annesi rolünde) ve birçok kez ödül kazanmış olan Sam Trammell (Hazel’ın babası), film içinde çok az sayıda sahne alıyor. Augustus’un anne ve babasını ise sadece bir sahnede, kısa bir süreliğine görebiliyoruz.
Dramatik filmlerdeki klişelerden sıkılmış olabilirsiniz ancak hem farklı bir hikaye izlemek hem de birkaç saatliğine de olsa hayatı sorgulamak isterseniz, “The Fault In Our Stars” filmini tavsiye ederim.
KAYNAKÇA:
Necla çiçek
Kalemine, yüreğine sağlık
Rumeysa
Yine mükemmel bir yazı eline sağlık
Rumeysa
Yine mükemmel bir yazı eline sağlık