Orhan Veli 36 yıllık ömrüne 64 yıllık mektuplar sığdırdı. “Sevgili Nahitim, Nahitçiğim, Canım Nahitim” hitapları ile başladığı cümlelerini şüphesiz dirayetli bir hanıma yazdı. Cümleleri, hitapları, iyi dilekleri çok yolculuk gördü zira mektupları Ankara İstanbul arası mekik dokudular. 2014 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından “Yalnız Seni Arıyorum” başlığında derlenen bu mektupları okurken, hayatımdaki mektup olgusu üzerine düşünüyorum.
Mektup nostalji demekse, nostaljinin bir ruh olduğunu ve etiket olmadığını biliyorum. Bu sebeple eskiler böyle yaparmış, bende böyle yapayım anlayışıyla mektup hiç yazmadım.
Mektup iletişim demekse, yaşadığımız çağın mektupları elzem kılmadığı oldukça açık. Ben iletişim kurmak amacıyla mektup daha önce kaleme almadım.
Mektup özlem demekse, kimseden ayrılmam gerekmedi, veda etmedim. Dolayısıyla sevdiklerimden uzakta kalıp onlara özlemimi mektup ile açıklama gereği de duymadım.
Ne şanslıyım, postaya verilen mektuplarla hiçbir tanışıklığım olmadı.
Mektuplardan beklediğim bir cevap da olmadı.
Mektuplarla ilişkim haberleşme ihtiyacından veya bir özlemi ifade etme isteğimden ortaya çıkmadı.
Peki benim dünyamda neye karşılık gelmekte mektup ?
Sevdiğim insanların, hayatlarımdaki yerlerinden haberdar olmalarını istiyor olmamdan dolayı mektup yazıyorum .
Onları değerli sohbetlerimizden ve anılarımızdan bir adım ötede, mektup yazarken ayırdığım vakitte de ağırlamak istediğimden.
Sevgili Anneanneciğim,
Sevgili Annem,
Sevgili Babam,
Sevgili Cansu,
Sevgili Asya,
Sevgili Atakan,
Sevgili Deniz,
Sevgili Yaren,
Sevgili öğretmenim,
Kendi kendimleyim fakat aslında hep sizleyim.
Nasıl başladı tanışıklığımız ? Anılarımızın bendeki karşılığı nedir ? Neden senin yaşamında kendimi sana hatırlatmak istiyorum ? Ben seni niçin hep hatırlayacağım ? Bu soruları yanıtlıyorum kağıtlarımda.
Yani diyorum ki: Aklıma geliyorsun, seni düşünüyorum ve düşündüklerimi kaleme dökme ihtiyacı duyuyorum. Dikkatini çekerim, kendim için değil büsbütün senin için yazıyorum. Başkalarının okumasını da beklemiyorum. Yalnızca sen oku istiyorum. Senin için duyduğum sevgiyi emeğe dönüştürüyorum. Hiç de okunaklı olmayan el yazımla sana bizi anlatıyorum.
Düşünüyorum da ne şanslıyım, hiç postaya göndermedim bu özel mektupları. Hep elden verdim. Sarılarak mektuplarımı ilettim. Alıcılarla hep yan yana olduk. Özlem ve veda duygularından kaynaklanmadı hiçbir cümlem. Sadece sevgi, hatır ve biraz da hatırlanma isteği ile donatıldılar.
Şimdi hayatımda ilk kez şanssızım. Şaşkın olduğumu da belirtmeliyim. Zira, Orhan Veli gibi yazmayı deneyimliyorum.
Bu sefer, postalanmaları gereken mektuplar söz konusu. Alıcıyla bir hayli uzağız. Elden vermek ancak rastlantılar olursa mümkün. Cümlelerim, hitaplarım, iyi dileklerim İstanbul Ankara arası mekik dokumalı ki başka çekmecelerde kendilerine yer edinebilsin.
Ne dersiniz, postalansınlar mı yoksa yalnızca benim çekmecemde mi nefes alsınlar ? Şanssızlığı somutlaştırmaya gerek var mı ?
: