Geçmişe özlem ve modern zamanların karamsar görüntüsü birleşince “Nerede o eski günler !” dediğimiz dönemlerin büyülü gerçekliğine inanıyoruz. Plaklardan duyulan ses, sahaflardan alınan tozlu kitaplar ve siyah beyaz fotoğraf kareleri algılarımızda neredeyse gerçek sanatın cevabı olarak yer alıyor. Bu yüzden nostaljinin günümüzde yalnızca geçmişseverlik değil aynı zamanda bir sanat duruşu niteliğinde olduğu fikrindeyim. Yeşilçam sinemasıyla samimiyeti özdeşleştiriyor, Chaplin’i baş tacımız yapıyoruz. Beatles’i hiçbir gruba değişmiyor , Gatsby’nin cazının gücüne inanıyoruz. Nostalji denilince bu ikonik değerler haricinde dantel örtülerle çevrelenmiş radyo gözümüzün önüne geliyor. Şarkı fallarının, radyonun bize çağrıştırdığı en temel kavram olduğu tartışmasız; peki oluşturduğu tamlamayla içimizde adeta Adile Naşit neşesi oluşturan Radyo Tiyatrosu ?
2.Dünya savaşına dair haberlere ulaşabilmenin en önemli kaynağının radyo olmasıyla birlikte kullanımı gün geçtikçe yaygınlaşan radyoların bireylere ne sundukları bir hayli önemliydi. İstanbul, Ankara ve TRT radyolarında yayımlanan oyunlar, hem çocuklara hem yetişkinlere hitap edecek nitelikteydi. Ortalama bir bölümü 20 dakika süren Arkası Yarın‘lar bu kültür-sanat platformunun en yaygın programıydı. Dinleyicilerine dünyanın ve ülkemizin önemli eserlerini, klasiklerini ulaştırarak kayda değer bir edebiyat birikimi vaat ediyordu. Görselliğin yalnızca bireyin hayal gücüne dayanması, radyo tiyatrosunun en önemli unsurunu oluşturuyordu. Tıpkı kitap okurken kelimelerden yaratılan görüntüler gibi bu platformda da tiyatrocuların sesleri aracılığıyla dinleyiciler kendi sahnelerini kurguluyordu; bu süreçte hayal güçlerini, düşünme becerilerini geliştiriyorlardı.
Oyunların sahneye konulmaktan ziyade mikrofona konulduğu bir dünya radyo tiyatrosu. Bu dünyada edebiyat ve tiyatro metinlerinin uyarlamasıyla oluşan oyunları dinlediğimiz gibi, yalnızca radyo oyunu olmak üzere yazılan eserleri de dinliyoruz. Edebiyatımızda radyofonik oyunun bir edebiyat dalı olarak benimsenmesinde Behçet Necatigil’in çok sayıda eseri rol oynuyor. Benim de Radyo Tiyatrosuyla tanışmam bu oyunlar sayesinde oldu. Behçet Necatigil ‘in Bütün Oyunlar adlı kitabı İstanbul ve Ankara Radyosunda yer alan 19 oyunundan oluşuyor. 1963-1972 yılları arasında mikrofona konulan bu oyunlar Necatigil’in şiirlerindeki gibi evleri, eşyaları, yalnızlıkları ele alıyor.Dilerseniz okuyabileceğiniz, dilerseniz internetten oyunlaştırılmış versiyonlarına dinleyebileceğiniz bu eserler arasında benim en çok hoşuma giden Yol olmuştu.
Radyo tiyatrosunun günümüzde kaybolmuş durumda olmasında görselliğe dayalı bir popüler kültürün egemenliği belirleyici oluyor.Günümüz teknolojisi ile değişen medya algısının daha çok somut olana yönelmesi, genel itibariyle izleyicilerde bu beklentiyi oluşturuyor. “Artık gözümüz aklımız” sloganı hayalin ve aklın gücünü sınırlayan, sunulanı kabul eden yapıda bireyler olmamızın nedeni midir sonucu mudur tartışılır.Ancak her iki durumda da bulunduğumuz durumun, sınırlanmış hayal gücünden ibaret olduğu açık. Popüler kültürün öne sürdüğü içi boşaltılmış programların genel itibariyle basit bir akıştan oluştuğu ve dilinin günlük yaşamdan farkı olmadığı görülüyor. Radyo oyunlarının edebiyat uyarlaması metinlerden uyarlandığı ve katmanlı yapıda olduğu düşünülürse; izleyicilerin oyunlara gerekli özveriyi göstermeyip, kolaya kaçması da radyo tiyatrosunu “nostalji” sınıfına koymamızın temel nedeni olarak karşımıza çıkıyor.
Peki modern çağın bu alternatif nostaljik dünyasını, kendi döneminin egemen popüler kültürü olarak ele alırsak ? Öncelikle, 1946-1960 yılları arasında Radyo Tiyatrosu’nun siyasi açıdan sansürle çevrili olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. Oyunların belli başlı konularla sınırlanması ve topluma öğretilmesi hedeflenen doğrular üzerine kurgulanmas,ı nostalji dünyamızın kuşkusuz samimiyetini sorgulamamıza neden oluyor. Aynı zamanda, tiyatro oyuncusu Zihni Göktay’ın “Şu anda olduğu gibi tiyatro hep ekmek parası vermiştir ama köfte parası için o zamanlar radyoya, şu anda da televizyon dizilerine gitmekteyiz. Bu değişmedi.” sözleriyle tozlu radyolardan çıkan seslerin amaç itibariyle modern dünyamızın yayınlarından çok da ayrılmadığını görüyoruz. Bu noktada zannettiğimiz nostaljinin tam anlamıyla gerçeği yansıtmadığını fark ediyoruz ve yaşamayı düşlediğimiz her devrin kendi içinde kusurlar barındırdığını anlıyoruz. İlk basım kitaplarla, tozlu raflarla süslenmiş nostalji algısı böylece tüketim dünyasının gerçek sanat ve samimiyet vaadiyle ortaya çıkardığı bir ürüne dönüşüyor. Biz geçmişseverler; bu dönüşümü sorguluyoruz, alternatife alternatifler düşünüyoruz en çok da hayallerimizdeki nostaljiyi bir gün yaşamayı ümit ediyoruz.
Radyo Tiyatrosuna dair daha detaylı okuma yapmak için bu makaleyi inceleyebilir http://dergipark.gov.tr/download/article-file/177804 ve nostaljinin bu döngüsünü bir de Woody Allen gözüyle görmek için Midnight in Paris filmini izleyebilirsiniz.