Budizm kendini doğaya göre temellendirir. Bunu daha başında, Siddhartha’nın hakikat arayışında konakladığı yerin bir ağacın gölgesi olması, nadir de olsa deniz kenarında ama genellikle yemyeşil tepelerin arasında saklı kalan tapınakların yahut meditasyon melodilerinin esin kaynağının doğa ve hayvan sesleri olmasından anlıyoruz aslında.
Çoğumuz Siddhartha hakkında bir sürü efsane ve hikâye okuyoruz ancak en bilineni ve kabul göreni Siddhartha’nın yahut Śākyamuni Gautama’nın bir prens olduğudur. Modernizmin belki de şu aralar oyuncağı haline gelmiş fakat her öğretisi birebirinden değerli Buda’nın hikâyesi; babasının kendisinin yerine geçeceğine inandığı, başına bir şey gelmesinden sakınıp bu sebeple de asla saraydan uzaklaşmasına izinin vermediği biricik oğlu Siddhartha’nın bir gün bu hapse karşı gelerek saraydan kilometrelerce öteye, daha önce ayak basmadığı dünyalara, insan hikâyelerinin tam ortasına gitmesi ile başlıyor. Ölüm, sakatlık ve hastalık kelimelerinden, zengin- fakir ve sınıf ayrımı kavramlarından bir haber olan prens, tüm bu çıplak gerçeklik üzerine düşününerek ‘’aydınlanmış’’ kişi olan Buda’ya ulaşıyor ve dünya ile yüzleştikten sonra hayatının geri kalanını sorularının cevaplarını bulmaya adıyor. Bu sorulardan en önemlisi ise mutluluk ve onun kaynağı. Birçok öğretisi ise mutluluğun doğada, insanın özünde olduğu. Saygıda ve daha önemlisi düşünmede olduğudur.
İşte tüm bu bilgileri sırt çantama koyup gittim Kore’ye. Halkının büyük çoğunluğu Budizm’i benimsemiş olan Kore sayesinde de Siddhartha’nın öğretilerini, dahası onu benimseyen bir toplumun nasıl olacağını anladım. Zira saygının ve mutluluğun felsefesi bir nevi buradaki insanlara ve onların davranışlarına yansımış. Sokaktaki herhangi bir insana göz ucu ile bakmanın yasak olduğu, tabakta yemek bırakmanın fazlasıyla yadırgandığı, tertemiz sokaklara sahip bir ülke düşünelim. Kışın soğukta, toprağı dahi buz tutmaktan korumak için, her bir toprak parçasını samandan ve kamıştan yapılan konimsi şapkalarla örtüklerini öğrenince hele, burayı uzunca bir süre gördüğüm diğer ülkeler ile kıyaslamadım da değil. Metrolarda hamileler ve yaşlılar için ayırılan koltukların, araçların tıklım tıklım doluluğuna rağmen orada kaldığım beş gün boyunca kimse tarafından ‘işgal edilmeyişine’ şahit oldum. İnsanlara işlemiş olmalı bu saygı dedim kendimce.
Hele birde, şehirlerden kilometrelerce uzakta, sislerin ardına saklanmış tapınaklara olan ziyaretimden sonra anladım ki Budizm Saygının felsefesi imiş. Zira öğretileri gereği, tek bir ağaç kesilmeden ve belirli sınırlar içerisinde yapılırmış o tapınaklar. ‘’Doğadan aldığın, ona sunduğundan fazla olmamalı’’ imiş. Bilgiye ve hakikate ulaşmanın zorluğunu vurgulayan bu uzun patikalar ve ulaşması derin gayret gerektiren yamaçların ardından ki bu tapınaklarda, her sabah güneş doğarken ona selam verilir, batarken ise gün boyu onları aydınlattığı için teşekkür edilirmiş.
Yine insana olan saygı ve doğanın kudretini anımsatan geleneklerden; hemen her tapınağın dışarısında rastlayabileceğiniz; taşların üst üste konulması ile yapılan, turistlerin ilgi odağı taş piramitler. Yapılan ziyaretin ardından dilenen dilekleri temsil ediyor bu piramitler. Her biri son derece sade olan çakıl taşlarıyla, herkes birbirinin koyduğu taşlar üzerine bir taş daha ekleyerek; önce alttaki diğer taşların dileklerinin daha sonra da kendi dileğinin kabul olmasını diliyor doğadan.
Tapınak ziyaretleri esnasında en çok etkilendiğim kısım ise, bu zamana değin tapınaklara hizmet etmiş keşişler adına yapılan minyatür Buda tasvirilerinin olduğu odalar. Bence, tapınaklarda ayrılan bu oda da kendi içerinde saygıyı en iyi temsil eden kısımladan biri. Tasvirlerin yanına ailelerince bırakılan resimler yahut notlar yine Budizm’in; ancak “birinin aklında ve kalbinde kaldıkça bu dünya’da varlığımızı sürdürebiliriz” öğretisinin ve dahası teşekkür ve minnetin küçücük bir odaya sığdıırlmış hali gibi
Gelelim şehrin hemen her yerine sinmiş mutluluk öğretisine! Metro duraklarında, hatta kimi zaman içerisinde bile çalan müzikler, yalnızca oyuncakların satıldığı kocaman oyun-dükkânları, adım başı dans eden insanlar ve hatta sadece sevmeniz için girebileceğiniz kedi ziyaret evleri. Tüm bunları geçelim, beni en mutlu eden: sürekli gülümseyen insanlar. Dilini geçin alfabelerini anlayamadığım bir ülkede, kendimi hiç yabancı hissetmeden tam yedi gün geçirdim. Mutlulukta bulaşıcı olmalı ki bende ikinci gün itibari ile her şeye sırıtır olmuştum. Ne ararsam önce doğaya bakmam gerektiğini ve insana ve tabiata saygı felsefesini; rengârenk sokakları olan küçücük ülkede ben de öğrenmiştim sanırım. Teşekkürler Siddhartha!
Kaynakça:
Bongwonsa Tapınağı. Seul, Kore. Yazarın kendi çektiği fotoğraf. 22.01.2019 (Öne çıkan görsel.)
Oliver, John Duncan. Buda ile Kahve. Epsilon Yayınevi. 2008.
http://www.felsefe.gen.tr/filozoflar/siddhartha-gautama-buddh-budha-buda-kimdir.asp