“Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Lo-li-ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-li-ta.”
Bu cümlelerle başlar Vladimir Nabokov’un Lolita‘sı, daha romanın belli bir kısmı okuyucuya aktarılmadan baş karakterin cinsel ağırlığı tarif edilmiştir. Bu romantik romanın anlatımında öne çıkan kilit özellik, karakterlerden biri cinsel farkındalığı ve cinsel çekimi uluorta ilan ederken diğer karakterin kendisininkini askıya almasıyla akışa egemen olan denge durumudur. Önünde sonunda Lolita bu prensip üzerine kuruludur, cinselliğin bir obje vasıtasıyla kurduğu dışavurumun tarif edilmesi ya da susturulması. Anlatımda yoğun ve baskıcı cinsellikleriyle tanımlanan Humbert ve Quilty karakterleri, dışa vurdukları cinsellik ile romanın diğer bir karakterinin cinselliğinin üzerinde, ki bu genellikle arzu nesnesi olan Lolita’dır, egemenlik kurar. Böylece “cinselleştirme” ve dolayısıyla tarif edilen cinsellik kendini hissettirirken bastırılan cinsellik pasif kalarak bir denge sağlanmış olunur. Lolita’nın anlatısına büyük ölçüde hakim olan cinselliğin aşırı tarif edilmesi, çoğu zaman okuyucuya ya da seyirciye sapkın ve anormal gelmiştir. Yine de okuyucunun, her ne kadar münasebetsiz ve kural dışı da olsa romanın başkahramanı Humbert’e “suçlu” bir sempati duyması Lyne ve Kubrick gibi büyük yönetmenlerin de ilgisini çekmiş olmalı. Öyle ki romandan esinlenilmiş iki farklı yorum ve senaryoyla karşı karşıyayız. Bahsi geçen denge unsuru, film yapımcılarını en fazla zorda bırakan unsur olmuştur ki gerek Kubrick gerek Lyne bu dengeyi tamamen olmasa da etkisizleştirme yoluna gitmiştir. Yaptıkları bazen hata, bazen de romanın beyazperdeye uyarlanabilmesi için gerekli bir unsur olarak görülmüştür.
Kubrick, Nabokov’un Lolita‘sını “beyazperdeye uyarlanamaz” bir eser olarak gördüğü için bazı değişikliklere gitmiştir. Bu noktada Kubrick’in Lolita‘sının, her ne kadar senaryosunu Nabokov’dan aldığı belirtilse de, yalnız Nabokov’un anlatısıyla sınırlı kalmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kubrick Nabokov’un anlatımını iyice törpülemiş, dönemin normlarını gözardı etmeden hikâyeyi o dönemin izleyicisine daha sunulabilir hâle getirmiştir. Filmin akışında egemen olması beklenen cinsel ifadenin abartılı dışavurumu ya da askıya alınması, filmin hafifletilmiş senaryosunda gözle görülemez bir şekilde işlenmiştir. Bu yönüyle Kubrick’in Lolita’sı, Amerikan sinemasının beyazperdede “uygunsuz” unsurları normalize etmeye henüz hazır olmadığı 50’li yılların sonları ve 60’lı yılların başında fazla göze batmamış, oldukça klişe bir film olarak değerlendirilmiştir. Nabokov, romanında cinselleştirme eylemini devamlı gerçekleştiren karakterlerin varlığıyla çoğu zaman arzu objesini sansürlerken Kubrick yapımı filmde sansürlenen unsur yerini cinsel ifadenin kendisine bırakmıştır. Üstüne üstlük Kubrick’in senaryoda yaptığı değiştirmeler, oyuncu seçimi ve mizahi unsurların zaman zaman yer alması unsurlarıyla da iyice pekişmiştir. Ne var ki Lolita, mizahi yönlerin ağır bastığı bir eser olmasından çok okuru, psikopatolojik gelişimdeki eksikliklerden kaynaklanan olası cinsel obsesif bozukluklarla (büyük olasılıkla çözümlenmemiş Oedipus kompleksi sonrası yaşanılan nevroz gibi) tanıştıran bir eser olarak öne çıkıyor. Tüm bunlara rağmen Kubrick imzası taşıyan 1962 yapımı Lolita, sinemaseverler tarafından romanın 1997 yapımı uyarlamasına kıyasla daha çok beğeniliyor.
“Lolita’yı okumaya karar verdiğinde, lütfen onun son derece ahlakî bir kitap olduğunu unutma.”
Vladimir Nabokov, Edmund Wilson’a mektubundan
Kubrick’in Lolita‘sı, izleyicinin Humbert’a beslediği sempatinin daha yoğun hissedilmesi nedeniyle daha çok takdir ediliyor. Bu sempatinin en çarpıcı nedeni ise hikayenin bünyesinde zaten olup Kubrick’in de senaryoya uyguladığı heteronormatiflik. Genellikle Amerikan banliyölerinde olayların şekillendiği olay örgüsünde Quilty karakteri kendisini idolleştirmiş, banliyöde oturan bir ev hanımına eş olmamasıyla, üstüne üstlük banliyöden uzak bir malikanede yaşamasıyla, “hızlı” yaşamasıyla ve cinselliğinin alışılmadık dışavurumuyla bir alt kültürü temsil ediyor. Öte yandan Humbert ötekileştirilmiş bir cinselliği yaşamasına rağmen Lolita’nın annesine bir eş olmasıyla, Lolita’ya olan zaafı, naif tutumu ve (zorla) normalize edilmiş duygularıyla son derece alelade bir kültürü temsil ediyor. Filmdeki akış bu yönüyle Humbert’ın cinselliğinin önemini azaltıp Quilty’nin cinselliğini öne çıkararak Quilty’i bir tür “düşman” ya da “tehdit” konumuna getiriyor. Buna dayanarak izleyici, Humbert’in asıl niyetini ve cinselliğini derine inmeden normal bir olgu gibi karşılıyor. Üstelik izleyici Humbert’i, tehdit (ya da düşman) damgası vurulan Quilty’nin aksine oldukça sempatik görmeye itiliyor. Oysaki alt metne baktığımızda Humbert de ahlaken tıpkı Quilty gibi mekruh özelliklere sahip, öyle ki ilerleyen zamanlarda Humbert’in bir de cinayet işlediğine tanık oluyoruz. Olay örgüsünde sonlara doğru geldiğimizde izleyici anlıyor ki film boyunca her iki karakter de etik açıdan Lolita’ya tehdit arz ediyor. Fakat film süresince bunun farkına varmak Quilty’nin ötekileştirilmesiyle pek mümkün olmuyor.
Diğer taraftan Lyne’in ortaya koyduğu, üstünde daha az değişiklik yapılan film senaryo bakımından Nabokov’un Lolita’sını daha iyi yansıtıyor. Kubrick’in Lolita’sında Quilty’nin cinselliğini yorumlamak, biraz da karakterin son derece göz önünde bulunmasından kaynaklandığından kolaydı aslına bakarsanız. Ancak bu sefer Quilty, Humbert’in perspektifinden oldukça karanlık ve yabancı bir imge olarak yer ediyor izleyicide. Çünkü bu versiyonda Lyne, Humbert’in cinselliğini bir nevi yeniden inşa etme yoluna gidiyor. Bu da Quilty’nin görüntüde klasik düşman imajına sığdırılmasının gerekliliğini bizlere aktarıyor. Ayrıca klasik bir “kötü adamdan” beklenileceği gibi, Quilty’nin varlığı Humbert’te kesintisiz bir endişe oluşturuyor; ta ki Humbert kendisini âdeta deli eden bu “bulanık” tehditi ortadan kaldırana kadar. Bu noktada Humbert’ın yaşadığı olası cinsel obsesif bozukluk devreye giriyor, bunu da Lolita’ya olan aşırı korumacı tavrından anlıyoruz.
“Ah, Lolita’m benim! Hiç varamayacağız gideceğimiz yere.”
Kaynakça:
Kubrick, Stanley, director. Stanley Kubricks Lolita.
Lyne, Adrian, director. Lolita.
Nabokov, Vladimir Vladimirovich, and Craig Raine. Lolita. Penguin Books, 2015.
Richards. “‘I Get Sort of Carried Away, Being So Normal and Everything’: The Oscillating Sexuality of Clare Quilty and Humbert Humbert in the Works of Nabokov, Kubrick and Lyne.” Alphaville, https://www.academia.edu/2513037/_I_Get_Sort_of_Carried_Away_Being_So_Normal_and_Everything_The_Oscillating_Sexuality_of_Clare_Quilty_and_Humbert_Humbert_in_the_works_of_Nabokov_Kubrick_and_Lyne?email_work_card=title.