“Yaşam, size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.”
Anlıyor muyuz? Uyguluyor muyuz? Korkuyor muyuz? Sırf bir sahnemiz daha olsun diye mi hareket ediyoruz? Baskı çok. Sorulacak çok soru ama cevaplar için çok az bir zaman var. Filmin bir zaman limiti var sonuçta. Film demişken, ne çok film var etrafımızda. Her an, yanımızdalar. Her sabah görüyorum mesela, kaldırımın kenarında oturuyor bir film.Sonra okula gidiyorum, her öğlen meydanda farklı türlerde bir sürü film oynuyor, hatta bazıları birbirlerine geçmiş. Bazen ilgileniyorum, izliyorum, yorumluyorum. Çoğu zaman dikkatim dağılıyor, sonuçta benim de sahnelerim oluyor. Ama istiyorum, her filme dahil olmayı. Oyuncu olarak olmasam da sette bir kenarda oturup dinlemek istiyorum. Mesela yönetmen hangi detayı ekleyecek ve ne anlam ifade edecek bu? Peki niye mi bu kadar meraklıyım? Çok basit. Çünkü hayattayım. Evrende bir nokta kadar olmasam bile bir anlam arıyorum. Neye mi? Her şeye. Gündelik, rutin işlerden, insanlığın gidişatına kadar her şey. Bunu için de önce insanları tanımam gerek. Bu açıdan örnek almak istediğim birçok sanatçı var. Bunlardan bir tanesi de Ara Güler olmuştur.
“Ben fotoğraf sanatçısı değil foto muhabiriyim.”
Ara Güler. 16 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu. Geçen haftaya kadar, ne çok insan tanıdı ve bizlere tanıttı. Fotoğraf çekmesi elbette Ara Güler’e bu fırsatı sağladı ancak onu hepimiz için ayrı yapan onun çekimler esnasında insanlarla olan sohbetleriydi.
“Yaşamı çekerim. Ben insanın derdiyle uğraşan adamım. İnsanın hayatını ve dertlerini çekerim.”
Gözüne hoş gözüken bir durumu fotoğraflayıp orayı terk etmedi. Önce sahneyi inceledi, sorularını sordu, öğrendi, hissetti sonra deklanşöre bastı. Bu yüzden fotoğraflarına baktığımızda sadece görmüyoruz. Hissediyoruz da.
Bu serüveni nasıl başladı? Sanat yolunu seçerek. Lisedeyken film stüdyolarında çalışırken Muhsin Ertuğrul’un Tiyatro Kurslarına başladı çünkü yönetmen veya oyun yazarı olmak istiyordu. İnsanlığı keşfetmek istiyordu. Gerçeklere tanık olmak için 1950’de gazeteciliğe başladı.
“Bana İstanbul fotoğrafçısı diyorlar. Ama ben dünya vatandaşıyım. Dünyanın foto muhabiriyim.”
Çoğumuz onu önce İstanbul fotoğraflarıyla tanımış olsak ta, o dünyayı dolaştı. 1953’de Henri Cartier Bresson ile tanışarak Paris Magnum Ajansı’na katıldı ve İngiltere’de yayımlanan “Photography Annual Antalojisi” onu dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. Aynı yıl ASMP’ye(Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği) tek Türk üye olarak kabul edildi.
1958’de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto-muhabirliği görevlerini üstlendi .1967’de Japonya’da çıkan “Photography of the World” antolojisinde Richard Avedon ile birlikte bir dizi fotoğrafı yayınlandı. 1967’de Kanada’da açılan “İnsanların Dünyasına Bakışlar” sergisinde, 1968’de New York Modern Sanatlar Galerisi’nde düzenlenen “Renkli Fotoğrafçılığın On Ustası” adlı sergide; aynı yıl Almanya’da, Köln’de Fotokina Fuarı’nda yapıtları sergilendi.
1975’de ABD’ne davet edildi ve birçok ünlü Amerikalının fotoğraflarını çektikten sonra “Yaratıcı Amerikalılar” adlı sergisini dünyanın birçok kentinde sergiledi.
İnsanlara başka insanları tanıttı. Ismet Inönü, Winston Churchill, Indira Gandi, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, ImogenCunningham, Salvador Dali, Picasso gibi birçok ünlü kişi ile röportajlar yaptı ve fotoğraflarını çekti.
Kültürümüzü de sergiledi. 1991’de Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) “The Sixth Continent” adlı kitabını fotoğrafladı. Yıllarca üstünde çalıştığı Mimar Sinan yapıtlarının fotoğrafları 1992’de Fransa’da, ABD ve İngiltere’de “Sinan, Architect of Soliman the Magnificent” adlı kitabı yayımlandı. Aynı yıl “Living in Turkey” adlı kitabı Ingiltere, ABD ve Singapur’da “Turkish Style” başlığıyla, Fransa’da “Demeures Ottomanes de Turquie” adıyla yayımlandı.
“1950-60’lardan kalma İstanbul fotoğraflarım olmasa, o eski günler, bugün unutulmuş olacaktı. Eski şehirden hiçbir şey kalmadı.”
Mesleğinde ona en çok acı veren de buydu. Hepimizden daha net görüyordu değişimi. Unutamıyordu, kanıtları vardı.
“Bir daha dünyaya gelseydim tramvay olmak isterdim.”
Dolu dolu geçen onca yıldan sonra da keşfedeceği çok şey vardı elbette. Daha çok tanık olmak istiyordu. Artık öğrendim dememişti hiç. Sonu olmadığını biliyordu.
Şimdi, burada senin filminin ufak bir özetine göz atmış olduk değerli Ara Güler. Sunduklarınla beraber hissettirdiğin için teşekkür ederiz.