“Die meisten Dinge sind kompliziert, und mit der Schuld so eine Sache.” (as cited in Schirach 2019 s.5)
Türkçeye “Birçok şey anlaşılması zor ve karışıktır, suç için de aynı şey geçerlidir.” diye çevirebileceğim bu alıntı, birazdan anlatacağım kitap ve bu kitabın oluşmasını sağlayan yazar için söylenebilecek belki de en yerinde şey. Çünkü aynı zamanda bir ceza avukatı olan Ferdinand von Schirach’ın anılarını yazdığı kitap ”Suç: Bir ceza avukatından gerçek hikayeler” -Almanca adıyla Verbrechen– “suçlu” denilip bırakılan herkesin durumunun bulunduğu bağlama bağlı olarak ne kadar farklı bakış açılarıyla yorumlanabileceğini ve işlenen suç’un ne kadar göreceli olabileceğini gösteriyor.
İki yüz beş sayfa boyunca yazarın bizimle paylaştığı on bir anı sayesinde von Schirach’ın kariyeri boyunca savunduğu hırsızların, fahişelerin, katillerin, uyuşturucu satıcılarının, çeşitli akıl hastalıklarından acı çekenlerin ve hatta yamyamların suç öykülerini okuyabiliyoruz. Yazarın hikayelerini ilgi çekici yapan asıl şey ise her şeyin toplum tarafından siyah-beyaz görüldüğü bu zaman diliminde bize bir olayın bütün pencerelerinden bakarak objektif bir tablo çizmesi ve suçlunun suç işlemeye giden yolda yaşadıklarını, suçunun motivasyon kaynağını, ve en başta insan olmanın acizliğinin insanı nelere zorlayabildiğini betimleyebilmesi. Kitap boyunca zaten bize hiçbir şeyin sanıldığı kadar basit olmadığının, kimsenin ne yüzde yüz hatalı ne de yüzde yüz aziz gibi olmadığını devamlı gösteren Schirach, günlük hayatta avukatların çok karşılaştığı bir soru olan “suçluları nasıl savunabilirsin?” sorusuna da bir ceza avukatı olarak kariyerinde biriktirdiği hikayelerin yardımıyla cevap veriyor. Bunu en iyi gösteren anektodlardan biri ise kitapta bir polis memuru ve yargıcın arasında geçen bir konuşmada görülmekte. Von Schirach’ın anlattığı ve kitapta içinde en fazla soru işareti barındıran olaylardan biri olan “meşru müdafaa” başlıklı kısa hikayede bir polis memuru savunma avukatlarını adalete giden yolda sinir bozucu birer fren olarak gördüğünü belirttikten sonra, davanın yargıcı polis memuruna freni olmayan bir aracın ne iyi ne de güvenli bir araç olmadığını hatırlatıyor. Frensiz bir aracın sağlıksız olması gibi savunmasız bir mahkemenin de toplumda bir kaosa yol açacağı anlatılıyor. Fakat yine de kitaptaki bu polis memurunun bu görüşüyle günümüz toplumunda sık sık karşılaşabiliyoruz. Uzaktan yargılamanın, bilmeden konuşmanın veya canının acısıyla hareket etmenin çok yaygın olduğu zaman dilimlerinden geçtiğimizi düşününce hiç de şaşırtıcı değil. Haberleri açıp birbirinden korkunç vahşeti farklı yerlerden duyunca insan otomatik olarak bu kadar şiddeti ve gözyaşını ancak daha fazla şiddet ve gözyaşı ile bitirebileceğini sanıyor. Kolayca gaza geliyor, sonuçlarını umursamıyor. Vurulan bir filin can havliyle etraftaki her şeyi devirip ezip geçmesi gibi, yine bir fil gibi hayvan olan insan da canı acıyınca mantığıyla değil duygularıyla harekete geçiyor. Fakat bu kitabın altını her hikayede çizdiği şey ise, modern bir hukuk sisteminin bundan çok daha fazlası çok daha düzgünü olduğu ve insanın hata yapmaya yatkın aciz yaradılışının ötesinde adaleti aradığı. Hele konu bir suçlunun infaz edilmesi olduğunda; bir mahkemenin, bir yasanın bir suçludan bir eşkıyadan fazlası olup dişe diş göze göz karşılık vermemesi. Gösterilen şey en basitiyle aslında zulmün daha fazla zulüm ile sona ermeyeceği ve insanların ortak iradesiyle kurulmuş bu mekanizmanın orta çağ adaletinden fazlası olduğu.
Diğer kitaplarını okudukça von Schirach’ı bir ceza avukatı olmaya iten sebepleri de net görebiliyoruz. Kendisinin de kitabın ön sözünde dediği gibi
“Biz insanlar olarak incecik bir buz tabakasının üstünde dans ediyoruz. Bazı insanlarda o buz tabakası ayaklarının hemen altında kırılıyor ve kişi soğuk suların içinde hızlıca ölüyor. Eğer şanslıysak o buz tabakası kırılmıyor ve dans etmeye devam ediyoruz. Eğer şanslıysak.” (Schirach 2019, s.6)
Von Schirach kendisini o kırılma anının ilgilendirdiğini söylüyor. Onun kalemi aracılığıyla, Filistinli bir ailenin son kuruşuna kadar bütün paralarını harcayarak Almanya’ya gönderdikleri oğullarının nasıl başka hiçbir şey yapamadığı için uyuşturucu satıcısı olduğunu ve yaşadığı suç dolu hayatta kumar bağımlısı olup her şeyini kaybettiğini, bir ablanın erkek kardeşini onun daha fazla acı çekmesine katlanamadığı için öldürmesini, ülkesindeki savaştan kaçıp Almanyaya gelen ve hayat kadınlığı yapan bir kadının başından geçen olayları, bir şizofren hastasının gördüğü halüsilasyonların sebep olduklarını ve bir adamın karısı ve kızına geri dönmek için göze aldıklarını okuyoruz. Onları, suçlarını işledikleri o ana kadar getiren durumlarını, o buzun kırılma anını okuyoruz. Hukuk dünyasında aktif şekilde yer alan, yüzlerce dava görmüş ve aynı zamanda kendisi de bir savaş suçlusu Nazi’nin torunu olan Von Schirach bu çamur at izi kalsın dünyasında her görünen buzdağının bir de görülmeyen tarafı olduğunu ve her insanın savunulmaya hakkı olduğunu deneyimleri ve akıcı kalemiyle bize aktarıyor.
Kitabın birbirinden ilginç olayları film tadında yazması bir tek benim değil bütün dünyanın da ilgisini çekmiş durumda. Göreceli olarak geç bir yaş olan kırk beş yaşında yazdığı ve basılan ilk kitabı olan “Suç/Verbrechen” der Spiegel’in en çok satanlar listesinde tam tamına 54 hafta kalmış. Çoğu büyük yazarın aksine asıl mesleği yazar olmayan ve bu büyük ününe geç sayılabilecek bir yaşta kavuşan von Schirach bu hızlı yükselişinin hemen ardından anılarını anlatan bir başka kitap ve daha birçok polisiye roman daha yazıyor ve hala da yazmakta.
Schirach, Ferdinand von. 2019. Verbrechen.München: Piper.