Evlerimizde kaldığımız şu günlerde bir çoğumuz eski fotoğraf albümlerini belki de senelerce tozlandıkları çekmecelerden, raflardan çıkardık, geçmişimizle normalden biraz daha fazla ilgilendik. Karantinanın ilk günlerinde çoğumuz Instagram’da ortaya çıkan meydan okumalarda bebeklik fotoğraflarımızı paylaştık. Birkaç dakikalığına bile olsa geçmişe dönebilmek, dünyamızın dertlerinden uzaklaşabilmek bana çok iyi geldi o zamanlar. Bu fotoğraf albümlerinin arasında ilk masal kitaplarımı da buldum, basit görünen kitaplar okumak rahatlatıcı olur diye düşünerek elime gelen ilk kitabı yatmadan önce okumaya başladım fakat bu masal, Fareli Köyün Kavalcısı, bana kendimi, dünyamızı, neredeyse rahatsız eder bir şekilde hatırlattı.
Bu Alman masalını okumamış olanlar ve hatırlamayanlar için kısaca özetleyeyim. Hamelin adlı kasabayı işgal eden farelerden kurtulmak isteyen kasaba halkı, tüm fareleri kasabadan götürebileceğini iddia eden bir kavalcı ile bir miktar altın karşılığı anlaşır. Kavalcı dediğini yapıp kavalını çalarak fareleri peşine takıp götürdüğünde kasaba halkı kavalcıya altınları vermeyi reddeder. Bunun üzerine kavalcı sihirli kavalıyla Hamelin’deki çocukları kasabadan uzaklaştırır. Çocuklar döndüğünde çocuklarının tekrar kaybolmasından korkan kasaba halkı masalın sonunda altınları kavalcıya verirler.
Bu hikaye basit bir hayat dersi olarak görülebilir. Verdiğin sözden caymak başına kötü şeyler gelmesine neden olur veya buna benzeyen birçok “ana fikir” bulunabilir. Ancak sihirli bir kavalı olduğuna inanılan bir kavalcının önce fareler sonra da çocuklar tarafından takip edilmesi günümüzün “fan kültürü”nü hatırlatıyor bana. Kavalcının sihirli kavalı farelere peyniri, çocuklara daha fazla şeker ve çikolatayı vaat etmiş, onları böyle etkisi altına almış olabilir. Şimdinin sanatçıları ise hayranları daha fazla özel içerik yaratarak, daha fazla benzersiz hissettirerek etkileri altına alıyorlar.
Bir gün hiç kimse olan bir insan ertesi gün yarattığı içerikle dünyanın en ünlü insanı olabiliyor, ürettiği ek ürünlerle bu ününü devam ettirebiliyor, bir hiçken dünyanın merkezi haline geliyor. Bunun nedeni insanların, hayranların belki de hiç olamayacakları birini ya da hep olmak istedikleri kişiyi o insanlarda görmesi. Aynı Fareli Köyün Kavalcısı‘ndaki çocukların körü körüne, son derece istedikleri çikolata ve şekerleri takip etmeleri gibi, fanlar da idollerini takip ediyor, onların peşinden gidiyor, onlardan bir parça almak istiyorlar.
Bu fan kültürünün zarar verici ve tüketici olduğu kesin, biraz da içinde yaşadığımız tüketen toplumun gerekliliği. Ancak ailelerinin dediklerine bile körü körüne inanmayan, sözde her şeye karşı duran bir gençliğin tek ya da bir grup insanın arkasından sadece o insanı ya da insanları düşünerek yürümesi bana ilginç geliyor.
Günümüz gençliğinin birden çok amacı, ulaşmaları gereken neredeyse imkansız hedefler var. Birey olabilmek, çoğunluktan sıyrılabilmek bir insanın sahip olabileceği en önemli özellik haline gelmiş durumda. Bunları bilen, farklılıklara her zaman önem veren, saygı gösteren bir gençlik, bir sanatçıya takılıp kalabiliyor, ona sadece pembe gözlüklerle bakarak, hatalarını görmeyerek ya da görmezden gelerek yaşayabiliyor. Kavalcıya değil, kavalcının onlara verebildiklerine bakıyorlar. Eğer bir insan onları hiç olmadıkları kadar mutlu ediyorsa, mutluluklarıyla ilgileniyorlar.
Bir çok şeyin fanı olarak bunun negatif bir şey olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Fakat bir insan topluma ayak uydurmak için bir ünlüyü seviyorsa, onu takip ediyorsa, sonunda ise o topluma kabul edilmeyi umuyorsa, kavalcının peşinden sürüklediği farelerden farkımız olmayacağını düşünüyorum. Twitter gibi platformlarda hayran kimliğinin onu tanımladığını düşünen ve bunun sonucunda sosyal medyadaki varlığını hayattaki varlığından üstün gören gençler ödenmemiş bir borcun bedelini ödüyor gibi hissetmekten kendimi alamıyorum.
Görseller