Jane Austen, film sektörünün en çok ilham aldığı ve uyarlamasını yaptığı edebi yazarlardan biri haline geldi. Gün geçtikçe de kitaplarının yeni uyarlamaları yapılmaya, aynı olay örgülerinin kullanıldığı modern filmler çekilmeye devam ediyor. Bugünki yazımda son çıkan uyarlamalardan birinden bahsedeceğim. Austen’ın en sevdiği romanı olarak belirttiği Emma, 2020 yılında fotoğrafçı Autumn de Wilde’nin yönetmenliğiyle beyazperdeye uyarlandı. Filmin kadrosu da oldukça dikkat çekici. Son zamanlarda adından fazlaca bahsedilen Anya Taylor Joy, Johnny Flynn, Josh O’Connor gibi birçok genç ismin yanında Bill Nighy ve Miranda Hart gibi isimleri de izliyoruz. 2005 yapımı Pride & Prejudice gibi dönem filmlerini seviyorsanız, “Emma.” kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yapım.
Emma’nın hikayesini, Gwyenth Paltrow’un oynadığı 1996 yapımı filmden veya 1995 yapımı Clueless’dan biliyor olabilirsiniz. Çevresindeki insanlara çöpçatanlık yapan ve hayatlarına çekinmeden burnunu sokan Emma’nın, yeni arkadaşı Harriet Smith için yaptığı planları ve bunların çevresinde gerçekleşen olayları izliyoruz. Austen’ın romanlarında ironi yoluyla, sosyal sınıfları, evliliği ve cinsiyet rollerini eleştirdiğini bol bol görebiliriz. De Wilde’nin uyarlamasında da bol bol bu ironilere rastlıyoruz. Açıkça söylenmese bile, karakterler ve oyunculuklar üzerinden yansıtılmak istenen duygu ve düşünceleri görebiliyoruz.
Fakat şunu belirtmeliyim ki bence Emma’yı ayrıştıran şey sinemayı sinema yapan detaylar. Kostüm tasarımları, sinematografi ve müzikler, filmi izlemenin deneyimini değiştiriyor. Örneğin kıyafetlerde kullanılan uçuk renkler İngiliz aristokrasinin yapaylığına gönderme yapılıyor. Yönetmen De Wilde’nin fotoğrafçı olduğunu film boyunca hissedebiliyorsunuz. Belirgin renk paletleri, İngiliz kırsalı seyirciyi film süresi boyunca görsel olarak ekrana bağlı tutuyor.
Ayrıca, klasikleşmiş dönem filmlerine de küçük bir göndermesi var diyebiliriz. Neredeyse her dönem filminde olan bir kadının hazırlanma ritüeli, spesifik olarak korselerin kullanılması Emma’da yer almıyor. Aksine, ana karakterlerimizden Mr. Knightley’nin hazırlanışını izliyoruz. Feminist bir ekleme olarak düşünebilecek bu sahne aslında sadece daha önce beyazperde de yansıtılmayan bir şeyi gösteriyor. Bu farklılık, film tanıtımlarında da oldukça bahsedilen bir olay haline gelmiş.
“Emma.” seyirciyi tanıdık bir hikayeyle karşılamasına rağmen sunduğu oyunculuklar ve görüntülerle beraber kendini ayrıştırmayı başarıyor. Alışık olduğumuz periyod dramalarına benzemese de seyirciye beklenilenden çok daha fazlasını sunuyor.