Ekonomik büyüme, üretimin artması, yüksek ihracat oranları, teknolojinin gelişimiyle sayıları daha da artan fantastik yapılara sahip metropol şehirler… Sanıyorum ki bu saydıklarım ilk bakışta gayet pozitif, yenilikçi, hayat kalitesi ve toplumun refahı açısından gayet olumlu kavramlar olarak görünüyor. İnsanlar, üretim artarsa ve ekonomi büyürse haliyle maddi güçlerinin artacağını ve daha kaliteli bir yaşam süreceklerini gayet doğal olarak düşünüyorlar. Aslında bu düşüncede pek de haksız sayılmazlar, sermaye ve yatırım arttığında ülke ekonomik olarak büyür ve bu büyümeden de halk maddi açıdan fayda sağlayabilir. Ancak ne yazık ki, bahsettiğim bu kavramlar toplumun her kesimine eşit düzeyde katkı sağlamıyor, hatta öyle ki üretim artıp sermaye sahipleri güçlendikçe ve sermaye sahiplerinin ana hedefi üretimlerini artırıp, kârlarını maksimize etmek olduğundan dolayı işçilerin emeklerinin sömürülmesi gün geçtikçe daha da büyüyen bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Üretimin en önemli faktörlerinden biri olan işçilerin yaşadığı sorunlar sadece gelişmekte olan veya az gelişmiş olan ülkelerde değil dünyanın dört bir yanında, gelişmiş ülkelerde dahi karşımıza çıkıyor. Yani aslında, emek sömürüsü kavramı evrensel bir sorun haline gelmiş durumda diyebiliriz ve bunun sonucunda düşük ücretler, insanlık dışı ağır çalışma koşulları, işçilerin patronlar tarafından maruz kaldığı baskılar, tüm dünyadaki işçilerin ortak sorunları olmuş durumda. Bu nedenle bugünkü yazımızda, 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı’nı kutladığımız şu günlerde, ülkemizden ve dünyandan örneklerle işçilerin karşılaştığı kaldığı ciddi sorunları ve nasıl sermaye sahipleri tarafından emeklerinin sömürülüp, işçilerin bir nevi modern köleler haline getirildiklerini ele alacağız.

Sanıyorum ki ülkemizde ve dünyada işçilerin karşılaştığı her sorundan ve haksızlıktan bahsetmek istersek bu yazımız yüzlerce hatta binlerce sayfa sürebilir, bu nedenle bu sorunların genel bir resmini çizmek ve bir fikir verebilmek adına ülkemizden ve dünyadan seçtiğim bazı güncel sorunlardan ve olaylardan bahsedeceğiz.

İlk olarak ülkemizden başlamak istiyorum ve yukarıda da belirttiğim gibi her sorunu ele alamayacağımızdan dolayı hepimizin malumu olan ve en güncel sorunumuz olan COVID-19 pandemisinin ülkemizdeki işçilerin çalışma şartlarını ve hayatlarını nasıl etkilediğinden bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz üzere dört kişilik bir ailenin dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için bir ayda harcaması gereken paranın yani açlık sınırının 3 bin 414 lira olduğu ülkemizde asgari ücret 2 bin 825 lira, yani asgari ücretle çalışan işçiler açlık sınırının altında para kazanıyor. Bu vahim tablo, tamamen pandemiden bağımsız bir sorun olmakla beraber, pandemi sürecinde ülkemizde işçiler adeta sağlıklarıyla, hayatta kalmak için kazanmaları gereken para arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyorlar. Sosyal mesafenin, bulunmadığı fabrikalarda çalışmak zorunda kalan ve tıka basa dolu toplu taşıma araçlarıyla işe gitmeye çalışan işçilerin, işe gitmemek gibi herhangi bir lüksleri yok çünkü işverenleri tarafından ücretsiz izne zorlanabiliyorlar veya virüse yakalanıp işe gidemedikleri günlerde, çalışmadıkları günler, yıllık izinlerinden düşülebiliyor. Yani kısacası, virüse yakalanmamak gibi bir “lüksleri” veya sağlıklarını düşünmek gibi bir hakları bulunmuyor. İstatistiklere bakacak olursak ülkemizde halen 1.3 milyon işçi kısa çalışma ödeneği alıyor ve 2.4 milyon işçi de ücretsiz izne çıkarılmış durumda. Sonuç olarak, ülkemizdeki milyonlarca işçi aylardır açlık sınırının çok altında ücretlerle geçinmeye çalışıyor. İşçilerin bu dönemde karşılaştığı bir başka ciddi sorun ise işverenlerin, işten çıkarma yasağına karşın istisna kapsamındaki “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller” iddiasıyla işçiyi işten atması. İşçiler haklarını arayıp, işvereni dava etmek istediklerinde ise davalar yıllarca sürüyor ve bu gerekçeyle işten atılan işçi uzun süre iş bulamıyor. İşçiler, tüm bu muhtemel sorunlarla karşılaşabileceklerinin farkında olduklarından dolayı, işverenden yasal haklarını ve insancıl çalışma koşullarını talep edemez hale geliyor ve adeta bir modern köle şeklinde çalışmaya devam ediyorlar.

Ülkemizin, birçok başka konuda olduğu gibi işçi hakları konusunda da pek parlak bir tablo göstermediğinin farkındayız ancak işçilerin emeklerinin sömürülmesi konusu sadece Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin sorunu değil. Almanya, Fransa, İspanya gibi gelişmiş olarak kabul edilen ve insan haklarının ileri derecede korunduğu düşünülen Batı Avrupa ülkelerin de bu konuda pek masum olduğunu söyleyemeyiz. Bu ülkelerde de özellikle göçmen veya kaçak olarak çalışan mevsimlik işçilerin durumu çok vahim. Almanya’dan başlayacak olursak, ülkedeki et üretim endüstrisinde çalışan ve çoğunlukla Güneydoğu Avrupa’dan gelen işçilerin çalışma koşulları bize üzücü bir resim sunuyor. Ülkedeki en büyük et üreticilerinden biri olan Tönnies’te çalışan bir işçinin Deutsche Welle ile yaptığı röportajda söylediklerine göre, işçiler ödeme konusunda haksızlıklar yaşıyor ve işçiler 8 saat çalışmak yerine sadece 45 dakikalık bir mola ile 13 saate kadar çalıştırılıyorlar. Aldıkları ücret zamana göre değil, yapılan iş miktarına göre ödeniyor. Rutubetli ve soğuk ortamda çalışan işçiler zatürre olma riskiyle karşı karşıya kalıyor ve sözleşmede hastalık iznine sahip oldukları halde, hasta olan bir işçi tekrar hasta olursa işten çıkarılacağına dair tehdit ediliyor. Protesto eden herkesin herkesin kovulduğunu belirten işçi, bir sömürü sisteminin içinde olduklarını belirtiyor. Almanya’da benzer sorunların yaşandığı bir başka alan ise ülkeye yine çoğunlukla Güneydoğu Avrupa’dan gelen mevsimlik tarım işçilerinin çalıştığı çiftlikler. Genel olarak Bavyera eyaletinde çilek tarlalarında veya seralarında çalışan işçiler, pandemi döneminde dahi sağlıklarını göz ardı ederek 2 odalı dairelerde 12 kişi yaşıyor ve 12 kişi aynı banyoyu, tuvaleti kullanmak durumunda kalıyor. İşçiler, işverenin onlara maske bile temin etmediğini, bazılarının haftalarca hatta aylarca aynı maskeyi takarak çalışmak zorunda kaldıklarını söylüyorlar.

Almanya’daki mevsimlik tarım işçilerinin karşılaştığı çok benzer sorunları, İspanya’nın Huelva bölgesinde çilek tarlalarında çalışan işçiler de yaşıyor. Çilek tarımı, ülkeye yaklaşık 500 milyon Euro gelir getiriyor ancak bu endüstri karanlık tarafını gizliyor desek yanlış olmaz. Meyveleri toplayan mevsimlik işçiler, korkunç çalışma şartları, sözleşme usulsüzlükleri ve insanlık dışı bir hayattan bahsediyorlar. Euronews’e konuşan mevsimlik işçilerden biri, berbat bir halde olduklarını, yıkanmak ve içmek için su bile olmadığını söylüyor. Bu tarlalarda çalışan göçmen işçiler, plastik atıklardan yapılmış, elektriğin olmadığı ve temiz suya ulaşamadıkları barakalarda yaşıyorlar…

Şimdi Avrupa’dan çıkıp Arap Yarımadası’na uzanalım ve son zamanlardaki yatırımlarıyla, mega projeleriyle öne çıkan Katar’a gidelim. Hepimizin malumu, Katar, sahip olduğu petrol ve doğalgaz rezervleri sayesinde fazlasıyla zengin bir ülke. Katarlı şirketleri ve iş adamlarını ülkemizde ve Avrupa’da bir çok alana yatırım yaparken görebiliyoruz. Katar ayrıca dev projelerle de ülkeyi dünyada daha tanınır bir hale getirmeye çalışıyor. Bu amaç doğrultusunda ülke, şaibeli bir seçim sürecinin ardından 2022 Futbol Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hak kazandı ve geçtiğimiz 10 yıl içinde ülke, 2022’deki Dünya Kupasına hazırlık olarak eşi görülmemiş bir inşaat programı başlattı. Ancak hikayenin dramatik kısmı tam da burada başlıyor, The Guardian gazetesinin araştırmasına göre organizasyon hazırlıklarının başlamasından bu yana inşaat ve stadyum yapımları esnasında 6500’den fazla göçmen işçi hayatını kaybetti ve yine araştırmalara göre, Katar’da her yıl aşırı sıcakta çalışmaktan kaynaklı çok sayıda göçmen işçi hayatını kaybediyor. Ülkede 2019’un yaz aylarında, 45 derece sıcakta yüz binlerce göçmen işçi günde 10 saat çalışmak durumunda kaldı. Ancak Katarlı yetkililer herhangi bir ihmal olmadığını ve bu ölümlerin “doğal ölüm” olduğunu öne sürüyor. Gerçekleşen ölümlere rağmen, yedi yeni stadyuma ek olarak düzinelerce büyük proje tamamlandı ve havalimanı, yollar da dahil olmak üzere inşaatlar tüm hızıyla sürüyor. Kısacası ülke, dev projeler ve ekonomik getiriler uğruna işçilerin hayatlarını kaybetmesini çok da önemsemiyor…

Farklı ülkelerden manzaralarla bahsettiğimiz sorunlar belki de işçilerin yaşadıkları sorunların yüzde 1’i bile değil. Yukarıda da belirttiğim gibi işçilerin yaşadıkları sorunların, insanlık dışı çalışma koşullarının, uğradıkları haksızlıkların tamamından bahsetmeye çalışsam, yazımız belki de binlerce sayfa sürebilir. Ama sanıyorum ki vermek istediğim mesaj açık: Sadece ekonomik verilere bakarak, üretimin hangi koşullarda arttığına bakmadan, dev inşaat projelerini medeniyet ve kalkınma göstergesi olarak algılayarak, toplumun tümünün refah seviyesinin arttığını sanmak pek akıl işi değil. Üretimin temel faktörlerinden biri olan işçilerin de dünyanın dört bir yanında yaşadıkları ciddi sorunlar bunun en açık göstergesi. Onlar, üretimin artmasında, ekonominin büyümesinde, dev inşaat projelerinin gerçekleşmesinde ciddi rol oynarken bu pastadan herhangi bir pay alamıyorlar ve hayatlarını, sağlıklarını riske atarak hayata tutunmak için köle gibi çalışmaya çalışmaya devam ediyorlar…

1 Mayıs Kutlu Olsun!

Kaynakça

https://tr.euronews.com/2020/07/18/gorunmez-isciler-dusuk-ucretlerle-avrupa-ciftliklerinde-somurulen-ve-tehlikeye-atilan-insa

https://www.theguardian.com/global-development/2021/feb/23/revealed-migrant-worker-deaths-qatar-fifa-world-cup-2022

https://www.dw.com/tr/almanyada-s%C3%B6m%C3%BCr%C3%BClen-mevsimlik-ve-s%C3%B6zle%C5%9Fmeli-i%C5%9F%C3%A7iler/av-54393480

Leave a Reply