Kendimi iyi hissetmediğimde, bazen içimden hiçbir şey yapmak geçmez. O anda ne sevdiğim müzikleri dinlemek isterim ne de dizi izlemek. Belki kitap okumaya çalışırım ama ona da büyük ihtimalle odaklanamam ve aynı paragrafı yüz defa okuduğumu fark edince vazgeçerim. Sanırım son zamanlarda böyle bir durumda olunca filmlere yönelmeyi ve çareyi onlarda aramayı bir alışkanlık haline getirmeye başladım. Bu süreç aslında şöyle ilerliyor: Önce, izlenecek filmler listeme ”öylesine” bir göz atıyorum. Sonra, listemde önceliği olmayan, herhangi bir filmi incelemeye başlıyorum. Daha sonra, bu film eğer merakımı uyandırmışsa ve içimden o an onu izlemek geçiyorsa üzerine daha fazla düşünmeden filmi başlatıyorum. İşte Columbus, benim için tam doğru zamanda karşıma çıkan o filmlerden birisi aslında.
Jin (John Cho), ölmek üzere olan mimar babasını ziyaret etmek için Güney Kore’den Indiana, Columbus’a gelmiştir. Casey (Haley Lu Richardson) ise burada, madde bağımlılığı tedavisi gören annesiyle yalnız yaşamakta ve Jin’in ziyaret ettiği hastanenin yakınında bir kütüphanede çalışmaktadır. Bir gün Jin ve Casey kütüphanenin bahçesinde tanışır ve Casey, Columbus şehrine ait en özel mimari yapıları Jin’e gösterirken şehri dolaşmaya başlarlar. Bir yandan da kendi hayatlarında boğuştukları sorunlardan, içlerinde bulundukları durumlardan, hayallerinden, pişmanlıklardan, kızgınlıklarından ve mutluluklarından konuşurlar.
Jin, çoğunlukla babasına duyduğu öfkeden bahseder çünkü babasının hayatı boyunca işini ön planda tuttuğunu ve kendisiyle ilgilenmediğini düşünür. Babası hastanede ölmek üzeredir ama Jin geçmişe saplanıp kaldığı için ne diyeceğini, ne yapacağını bilemeden adeta babasının ölümünü beklemektedir. Casey ise aslında Columbus’tan ayrılıp mimarlık eğitimi almak istemektedir ama annesini yalnız bırakamayacağını düşündüğü için hayallerinden vazgeçmiştir. Bir bakıma ikisi de yolunu kaybetmiştir. Nereye nasıl gideceklerini bilmeden kurdukları bu arkadaşlık sayesinde aslında yollarını tekrar bulmaya çabalamaktadırlar.
Columbus, içinde büyük dramlar, olaylar ve kişiler bulunduran bir film değil. Belki de bu yüzden bu kadar sevmiştim çünkü bize sadece normal ve sıradan hayatımızdan bir kesit sunuyor. Yolunu kaybetmiş iki insan kurduğu arkadaşlık sayesinde tekrar yönünü bulmaya çalışıyor. Bu arkadaşlığın gelişmesine tanıklık ederken bir yandan da filmin yönetmeni Kogonada’nın gözünden mimari bir yolculuğa çıkıyoruz ve film boyunca yönetmenin özel isteğiyle filme özel albüm hazırlayan Hammock, tüm bu ”Columbus deneyimi”ni daha iyi bir hale getiriyor. Sakin bir şeyler izlemek ve Columbus’un özel mimarisini Casey ve Jin’in arkadaşlığı gözünden görmek isterseniz Columbus sizin için güzel bir seçim olabilir.
KAYNAKÇA
https://www.imdb.com/title/tt5990474/
https://www.theguardian.com/film/2018/oct/05/columbus-review-kogonada-john-cho