Bu söyleşimizin konuğu fotoğraf sanatçısı Dilan Bozyel… Ben onu “Wet Poem” isimli sergisiyle tanıdım ama o ondan önce de pek çok başarılı çalışmaya imza attı. Kendisiyle fotoğraftan, sergilerden ve daha pek çok konudan konuştuk. Hem doyurucu hem neşeli bir sohbet oldu. Röportajı okuduktan sonra, ziyaret etmek isterseniz 29 Haziran’a kadar İstanbul Galeri Mixer’deki “Yarın Yapayalnız” isimli karma sergide sanatçının “Kimseye Etmem Şikâyet” adlı fotoğraf çalışmasını görebilirsiniz. Keyifli okumalar…
GazeteBilkent: Hastalığınız süresince bir odada yalnız bir şekilde çok uzun bir süre geçirmişsiniz ve bunu fotoğrafçılığa adım atış anınız olarak anlatıyorsunuz. Ondan önce fotoğraf çekmeyi ya da çektirmeyi sever miydiniz veya hoşlanmaz mıydınız? Ne düşünürdünüz fotoğraf ile ilgili?
Pek hatırlamıyorum aslında, ergenlikte serseri serseri pozlar verdiğimi hatırlıyorum çocukluk arkadaşlarımla ama trajikomik şekilde hayal meyal bile hatırlamıyorum o günleri, sadece fotoğraflar var görüp de gülümsediğim.
GazeteBilkent: Bu süreçte sizin fotoğraf ve kendiniz ile ilgili keşfettiğiniz şeyler neler oldu, size bir dayanma gücü mü kattı fotoğraf çekmeye başlamak? O zamanlarda aranızdaki ilişkiyi, kurduğunuz bağı biraz anlatır mısınız?
Ölümden çok bahsetmek istemem ama hastalığımı atlatacağımı düşünmüyordum. Bu sebeple fütursuzca çekiyordum kendimi, bazen solmuş yüzümü gözümü boyayarak, bazen yatağımda rengarenk bir elbiseyle fotoğraflamıştım kendimi. Dayanma gücü katmış meğer farketmeden, elbette o dönem hayatıma giren hayat okulu öğretmenlerimin de etkisi büyük (Tedx Alsancak konferansında detaylıca bahsediyorum bu anımdan).
GazeteBilkent: Kendinizi çektiğiniz fotoğraflardan oluşturduğunuz portfolyo dünyaca ünlü bir okul tarafından çok beğenildi ve orada okudunuz. Sizce o fotoğraflarda özel olan, onları farklı kılan şey neydi?
Doğal bir samimiyet vardı. Hırs yoktu, okula kabul edilmek için çekmemiştim o fotoğrafları. Ya da başarılı bir fotoğrafçı olmak için de çekmemiştim. En derin samimiyetin etkisi olsa gerek.
GazeteBilkent: Şu sıralar “Yarın Yapayalnız” isimli karma sergide “Kimseye Etmem Şikâyet” isimli çalışmanız yer alıyor. Hep çok pozitif duran, sade ama güçlü bir profil çizdiniz benim için, röportajlarınızı okuduğumda ya da izlediğimde. Yalnızlıkla ilgili düşüncelerinizi de dinledim. Gerçekten de kimseye şikâyet etmez misiniz? Yalnızlıkla barışık olduğunuzu gördüm, peki sosyallik, etrafınızda çok kişinin olması, çok sayıda arkadaşlar, kalabalık ortamlar vs. bunlarla aranız nasıldır?
Daha iki gün önce yakın bir arkadaşıma söyledim beraber kahvaltı yaparken ‘Hiç benim hatırımı sormuyorsun, aşık mıyım değil miyim, yalnız mıyım değil miyim; hiç merak etmiyor musun?’ diye. Hayır, kimseye şikâyet etmiyorum ben. Annem ketum olduğumu söyler mesela, bu çok kırıcı bir yafta ama gülümseyerek susmayı tercih ediyorum. Herkes kendi derdinde, kendi hüznünde ya da kendi mutluluğundayken kendimden bahsetmek gelmiyor içimden. Ben dinleyip, tedavi etmeyi daha çok seviyorum sanırım. Kendi sorunlarımı, yalnızlığımı ya da benzeri duygularımı kabuğumun içinde terbiye ediyorum. Elbette bazen profesyonel destek aldığım oluyor, çıkmazı yarmak kolay değil, bazen mantıklı ve yabancı birinin gözünden kendimi görme ihtiyacı hissediyorum.
Çok sayıda arkadaş demeyelim ona, çok sayıda tanıdığım insan var diyebilirim. Kalabalıklardan, etrafımdaki kişi sayısından, sosyallikten payıma düşeni iyisiyle kötüsüyle aldığımı hissediyorum bugüne dek. Arkadaşlarım da bilir, uzun zaman sessizce kendimle kalırım. Dilan yine kapandı dünyasına, derler. Zaten sevdiğim yakın arkadaşlarım bir telefonun ucundadır hep.
Aslında özetle; konuşarak değil de ya fotoğraf çekerek ya da yazı yazarak paylaşıyorum herkesle kendimi. Nedenini sormayın ama, böyle gelmişim dünyaya işte.. : )
GazeteBilkent: Çalışmanız çok yalın ama çok etkileyici olmuş, bu temada böyle bir eseri üretirken nereden ilham aldınız, nasıl ortaya çıktı bu kare?
Teşekkür ederim, iyi hissettim kendimi sayenizde! Ayrılıklarımdan, yalnızlıklardan, hayattan, şarkıdan.. İlham her yerde, görmek istersen!
GazeteBilkent: Fotoğraf olmasaydı kendinizi anlatma aracı olarak ne kullanırdınız? Örneğin, edebiyata yönelir miydiniz? Bana yazmayı da seviyormuşsunuz gibi geldi.
Yazmayı seviyorum, yazıyorum da; ‘naçizane karalamalar’ denir değil mi eğer yazar değilsem? : ))
Çizim yeteneğim olsaydı boyalara bulaşırdım ya da keman çalardım, müzik kabiliyetim olsaydı.
GazeteBilkent: Kısa filmlerle de bağınız var, hatta kısa film yarışma jürilerinde de yer alıyorsunuz. Bu nasıl bir serüven sizin için? Fotoğrafla karşılaştırdığınızda ne farklar var ya da kısa film de sizin için bir tutku diyebilir miyiz?
Film de sonuçta birçok kareden oluşuyor, bir fotoğraf bir uzun metrajı anlatabiliyor mesela.
Tutku diyebilirim evet, sanat işin içinde olunca; kalbimde 7830 adet kuş uçuşuyor işte.
Jürilik hikayesi de mühimdi, önemli isimler vardı jüride; mesela Atilla Dorsay, ülkenin en tecrübeli film eleştirmeni. Seçim yapmak için filmleri izlerken, yaklaşımı, değerlendirme yöntemi bana da başka bir açıdan bakmayı öğretti. İstanbul Erkek Lisesi Kısafilm Yarışması başlı başına ülkenin en güzel yarışmalarından biri, ödül töreni bitene dek hayranlıkla izledim liseli öğrencileri. Çabaları, tutkuları, heyecanları taptazeydi ve art niyetsizdi.
GazeteBilkent: Artık herkes çok daha fazla fotoğraf çekmeye ve paylaşmaya başladı, buna vesile olan araçlardan birisi de instragram. Instragram atölyeleri düzenlemeye nasıl başladınız?
Ankara’ da İkinci El Kısa Film Festivali ve Fantasturka gibi film festivalleri düzenleyen ‘Festivalci’ isimli bir oluşum var, Kerem Akkoyunlu’ nun önderliğinde kurulan. Bu güzel ekiple geçtiğimiz yıl bir atölye hazırladık ve devamını getirmeye karar verdik. Birbirimize inanıyoruz, üreterek mutlu olacağımıza ve bilgilerimizi paylaştıkça; mutlululuğun da yayılacağına inanıyoruz. Instagram da ‘temel fotoğrafçılık’ ile paralel olmakla birlikte biraz da amatör ve kolay fotoğraf paylaşma platformu, daha güzel fotoğraflar çekerek hayatı daha keyifli kılmak için ufak tefek bilgiler paylaşıp, yarışmalar düzenliyoruz. Websitelerimizden ve sosyal medya hesaplarımızdan yeni atölyelerin duyurularına ulaşabilirsiniz. Herkesi bekliyoruz!
GazeteBilkent: Neredeyse herkesin bir şekilde dâhil olduğu ya da en azından hakkında bir şeyler söylediği “selfie” akımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Otoportre sanat tarihinde mühim bir yerde, Frida’yı Frida yapan kendi resimleri mesela.
Selfie de günümüz dünyasının sanatın bir köşesinden tutan yeni akımı. Her selfie sanat içerir diyemem ama selfie sahibi konusunda güzel detaylı bilgi verdiği kesin.
En azından artık koca koca adamlar bile yolun ortasında kendi fotoğraflarını çekiyor ve bu ne ayıp sayılıyor ne de utanılıyor. Eğlenceli bir akım, abartmadan ve sapıtmadan devam edersek ne mutlu dünyaya :)
GazeteBilkent: Bir fotoğraf sanatçısı olarak sergi hazırlığında ve sergi süresince küratörle nasıl bir iş birliği yapıldığını bize anlatır mısınız?
Özellikle bir karma sergi dahilindeyse, küratörler start tuşuna basan kişiler oluyor. Sanatçılar davet ediliyor ve küratörlerle iletişim halinde çalışmalar hazırlanıyor. Bazı küratörler sanatçılarına güvenerek ilk adımı atıp, sergi açılışına dek sessiz kalmayı tercih ederken; bazı küratörler ise her aşamada sanatçıyla sürekli iletişimde oluyor. Dışardan bir göz olarak, bazen hedef kitleyi değerlendirerek ya da sergi konusunda sınırlar belirleyerek sanatçının yanında oluyorlar. Tecrübeli, egosuz ve eğitimli bir küratör ise sanatçıyla güzel bir ekip oluşuyor ve sonuç da etkileyici oluyor. Benim bildiklerim bunlar aslında, eminim her sanatçının gözünde küratör başka detaylarıyla anlatılır.
GazeteBilkent: Geçtiğimiz haftalarda Ankara ve duyduğum kadarıyla İstanbul da, hep yağmurluydu. Yağmur ve fotoğrafı düşündüğünüzde aklınıza nasıl şeyler geliyor, onu da etkileyici buluyor musunuz? O da bir “Wet Poem” olabilir mi?
Elbette olur, neden olmasın! : )
Yağmur benim için Londra. Londra ise ayrılsak da sonsuza dek seveceğim eski bir sevgilim gibi. Geçenlerde beni uzun zamandır tanıyan bir arkadaşımla yemek yerken söyledim hatta; ‘Londra hasretim öyle ki içimde; kendimi şurada yere atıp ağlamak geliyor içimden’. Bir daha yaşar mıyım orada bilemiyorum ve sanmıyorum ama hayatımın hep bir parçası olacak. Konuyu Londra’ ya bağladım sanırım : )
Birkaç yıl önce ağır bir depresyonla Akdeniz’e saklanmıştım bir ay. Mart, Nisan civarıydı. Orman içinde bir evde kalıyordum, bir ay boyunca yağmur hiç durmamıştı. Güneşlenir gibi bahçedeki şezlonga uzanıyordum yağmur altında saatlerce. Yağmur yağarken denizde yüzmek korkutucu derecede güzeldi.
Yağmur güzel, yağmurlu fotoğraflar güzel, yağmurlu şarkılar, şiirler, resimler, romanlar güzel. Yağmurlu havanın kokusu ve yağmurda kahve içmek ya da ıslanmak da güzel. Temizleniyor sokaklar, ağaçlar, bulutlar. Ah şöyle uzun uzuuun yağsa keşke yağmur.(Bugün İstanbul’da hava güneşli ve 30 derece, güneş gözlüklerimle sokaklarda huysuzum.)
GazeteBilkent: Ankara sizin görsel hafızanızda ya da fotoğraflarınızda nasıl yer alır?
Ankara bana geçtiğimiz yıla kadar çok uzaktı. Bana göre değil Ankara, iki günden fazla kalamam sıkılırım diyordum. Ama bu yıl Festivalci ekibinin programı ve ODTÜ atölyem için bir haftaya yakın kaldım ve çok eğlendim, çok güldüm hatta. Ankara, ayaz benim görsel hafızamda. Ama ayazın içinde gülümseyerek sohbet ederek hızlı adımlarla yürüdüğümüz dostlarımla. Belki de annemle babamın Hacettepe’ de okurken tanışmaları ve orada yaşadıkları sevgililik döneminden ötürü böyle bir kare yaratmışım içimde.
GazeteBilkent: Küçük İskender’in yeni kitabının kapak fotoğrafını siz çektiniz, nasıl bir araya geldiniz, sizin için nasıl bir deneyimdi?
Küçük İskender ile ortak arkadaşlarımızdan ötürü tanışıyorduk, fakat samimiyetimiz yoktu. Hürriyet Gazetesi, yakın zamanda aldığı Erdal Öz Edebiyat Ödülü için yapacağı röportajın fotoğraf çekiminde bir kez daha tanışmış olduk ve bir kez daha hayran kaldım yüreğinin derinliğine, büyüsüne ve bakış açısına. Ve sonra kitap kapağı sürprizi! Telefonda haber verdiği an çok duyguluydu benim için, yalnız hissettiğim biraz suratımın asık olduğu bir akşamüstüydü ve telefonumu Küçük İskender’den başkası çaldırsa açmazdım. Telefonda kitap kapağında benim çektiğim fotoğrafın olacağını söylediğinde yüzümde gökkuşağı açmış olabilir. Ülkenin hem en underground hem popüler kültürünün en önemli şairinin 50. Yaş kitabının kapağına katkıda bulunmuş olmak! Şükürler olsun diyebilirim özetle. -İçimden kendi sesiyle dinlediğim Paris şiiri geçiyor şu anda.
GazeteBilkent: Moda fotoğrafçılığı yapmış birisi olarak sizin için moda ne ifade ediyor ya da bu alanda fotoğrafçılık sizi hangi açılardan kendine çekiyor?
Bugünler öyle kırılma dönemi ki ülkenin, insanlığın ve dünyanın, yalan söylemeyeceğim size; moda ve moda fotoğrafçılığı şu an hiçbir açıdan zerre kadar çekmiyor beni. Artık büyük dev bilinç uyandı; hızla tükenen, illüzyon olan, popüler kültür kölesi olan ve insanlığa zarar veren her şeyi, herkesi sınır dışı ediyor dünya. Sancılı ve kanlı oluyor belki ama sonu güzel olacak.
GazeteBilkent: TRT Çocuk radyosunda seslendirme yapmaya nasıl başladınız, radyoculuğa geri dönmeyi düşünür müsünüz, o yılları özlüyor musunuz?
Özlüyorum. Radyo dinlerken daha da özlüyorum. Hala evde sıkıldıkça ya da tren yolculuklarında veya otobüs de olabilir; içimden okuduğum şeyleri seslendiriyorum gizlice. Radyoculuğa geri dönmek tabiri biraz haddimi aşar, dokuz yıl radyo spikerliği ve seslendirmenlik yapmış olsam da bu konunun uzmanlarına ayıp etmek istemem. Organize sabit bir hayatım olduğunda, veya olursa, boş zamanlarımı değerlendirmek için radyo spikerliği ve seslendirmenlik yapabilirim. Ama organize sabit bir hayata sahip olmam için sanırım gözümü kör edecek kadar karşılıklı bir aşk yaşamam gerekiyor. Bu da biraz ütopik, en azından şimdilik.
GazeteBilkent: Sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim, sonsuz sevgi ve aşkla!