Doğduğu tarihten, gittiği okullardan, yazdığı kitaplardan bahsederek mi başlamalı Oruç Aruoba’yı anlatmaya bilmiyorum. Muhtemelen o da istemezdi kendisinin böyle anlatılmasını. Kendisinin bile anlatılmamasını istemesi muhtemel. Bu yazıyı yazmıyor olsaydım kaç yılında doğduğunu, hangi üniversitelerde eğitim gördüğünü, nerelerde yaşadığını bilmiyor olacaktım. Sırf bu nedenle, bu tür yeni edindiğim bilgilere sığınmak yerine, anılardaki Oruç Aruoba ile devam edeceğim.
Felsefeye olan ilgimin ilk kıvılcımlarını fark etmeme karşılık geliyor Oruç Aruoba’yla tanışmam. Kendi tabiriyle; “dışarlıklı” akımına uymayan, felsefeyi ithal etmeyen bir düşünür. Felsefeye ilgi duymaya başlayan herkese de bu yönde öğüt verir: bir filozofu okuyup anlamak, öğrenmek ve sonra tüm dediklerini unutmak. İthal filozof olmamak için yapılması gereken tek şey unutmak…
Bir kızı var, Filiz… Oruç Aruoba, “Benim kızım insan olacak” diyerek bahsediyor kızından gururlu üzüntüsüyle. Bir daha güneşin doğuşunu izleyemeyeceğini hissettiği anda da kızına uzun bir mektup yazmaya başlıyor. Filiz’in orta yaşlarında bu mektubu okumasını istiyor. Kızının kendisine olan kızgınlığını ve üzüntüsünü ancak o zaman dindirebileceğini düşünüyor.
“İnsan olan insan pek az — bunu anladın bunca yıl sonra; bir de şunu: insan insan oldu mu,
acı çeker. bunları anlaman, senin insan olacağını gören baban’ım gururlu üzüntüsü ile üzüntülü
gururunu anlamlı kılmıştır sana.”
Oruç Aruoba, kızının orta yaşlı hâli ile hesaplaşmasından sonra yıllar boyunca güneşin doğuşunu ve hüzünlü batışını izlemeye devam ediyor. O mektubu yazdığı gün, deniz kenarında yaptığı yürüyüşteki gibi, dünya hüzün vermemeye devam etti mi bilinmez.
“bu dünya pek fazla şey vermedi bana — hoş, ben de ona pek birşey vermedim ya…”
Dünyaya bunları dediği sıralarda insan olmayı seçiyor Oruç Aruoba. Bir insanın bu dünyaya verebileceğinden bile daha fazlasını veriyor. İnsan insan olmadı mı acı çektirir insana. Oruç Aruoba da bu acıları tek tek deneyimlemeye devam ediyor.
“toplum da öyle: benden hep önceden konmuş kalıpların içine girmemi istediler. benden, ben olarak, belirli bir görevi üstlenmemi isteselerdi, sorun olmazdı — benim istediğim de zaten buydu. ama, benim o görevin kendisi durumuna girmemi istediler. benim bambaşka bir kişi olmamı bile değil; sanki kişiliksiz birşey olmamı — sanki cansız, düşüncesiz birşey, bir alet, bir makina… dünya benden ben olmamı istemedi. beni ben olarak tanımadı. ben de sırtımı döndüm işte, bu dünyaya”
Kalıpların içine sığamayan, kendi yolunu bulmaya çalışan herkesin yürüyüş arkadaşıdır Oruç Aruoba. Bütün yolları yürüten, yürütmeden bildirmeyen bir arkadaştır.
Herkese, bizlere inat Oruç Aruoba olmaya, insan olmaya devam ettiğin için teşekkürler. Sonsuz teşekkür etmek için başladığım bu yazıyı sonsuz özürlerimi ileterek kapatıyorum. Sonsuz ol!
Kaynakça
https://www.birgun.net/haber/oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-302812
Oruç Aruoba, “Zilif”
Oruç Aruoba, “İle”