Daha önceki yazılarımda size Anglo-Sakson Kültürü’nün merkezi Londra’yı tanıtmıştım. Fakat şimdi, sizlere Frankofan Kültürü’nün merkezi Paris’i tanıtacağım. Paris’in dünyada ışık şehri olarak anılmasının nedeni, moda ve kültürün başkenti olmasından kaynaklanır ve bu konuda onlara hak vermek lazım.
Paris’e bizzat eylül ayında gitmek istedim çünkü eylül ayında en güzel zamanını yaşar bu şehir. Size tavsiyem, ekimde veya kasımda ve hatta kış aylarında asla gitmeyin Paris’e çünkü çok soğuk oluyor. Eylülün başında gitmeme rağmen, hemen ilk günümde Paris’in soğuğuna dayanamayıp bir kazak edindim. Fakat cidden eylül ayının bu şehre verdiği güzellik bir başkadır. Özellikle, Champ de Mars’tan Eiffel Kulesi’ne yürürken; ağaçlardan dökülen sararmış yapraklar hoş bir sonbahar havası oluşturuyor.
Açıkçası, Paris şehrinin sembolü olan Eiffel Kulesi’ni pek beğenmedim. Bir nevi demir yığını diyebiliriz. İlk yapıldığında, Parislilerin de beğenmediğini biliyor muydunuz? Hatta yapıldıktan sonra, Parisliler bu yapıyı fabrika bacasına benzeterek, Paris’in görsel itibarını zedeleyeceğini düşünmüşler. 1889 yapılan bu kule, 1909 yılında sökülmesi için izin istenmiş fakat iletişim için uygun olduğunu düşünülerek yıkım işlemi gerçekleşmemiş ve her ne şekilde olduysa, günümüzde Paris’in turizm sembolü olarak ayakta kalmıştır.
Gittiğim bir diğer etkileyici yer ise: Lüksemburg Bahçeleri. O güzel çeşmesiyle cidden çok dinlendirici bir ambiyansa sahip. 1612 yılında, zengin İtalyan Medici ailesinden gelen ve sonradan Fransa Kralı 5. Henry’ nin eşi olan Marie de’ Medici tarafından evi için yaptırılan bir bahçe. Devrimden sonra, ortada hanedan kalmadığı için bu bahçe halka açık ve özellikle öğrencilerin sık uğradığı bir yer olmuştur.
Paris’in bir diğer sembolü, elbette ki ünlü Champs-Elysees Caddesi. Bu caddeyi, Paris’in merkezi olarak çağırabiliriz fakat Parisliler, bu güzel caddeyi dünyanın en güzel caddesi olarak çağırırlar. Bence de Paris’in en güzel caddesidir. Bu cadde hiç uyumaz ve hep hareket halindedir. Bu güzide cadde, Luksor Dikilitaşı’nın bulunduğu Concorde Meydanı’ndan başlar ve Zafer Takına doğru devam eder. Yalnız, bu caddeyi eylülde gezmek yanlış bir karar olabilir çünkü aralık ayında Noel’den dolayı Champs-Elysees’ te çok güzel ışıklandırma etkinliği başlar.
Bütün bunların dışında, Paris’in ünlü katedrali Notre Dame’ı gezdim. Notre Dame, Seine Nehri ile çevrili ve küçük bir adacık olan Ile de la Cite’ de bulunuyor. Adından da anlaşılacağı üzere bu katedral, Meryem Ana’ya ithafen yapılmıştır. İçeriye girdiğiniz anda ağır bir gotik havası sezebilirsiniz. Başkaları ne söyler bilmiyorum ama bu gotik sanat bence iç karartıcı ve bu yüzden de ben beğenmedim.
Şimdi gelelim Paris neden kültür başkenti olarak dünyaya lanse edilir?
Elbette ki, bu Louvre Müzesi sayesindedir. Maalesef ki, kısıtlı zamanım olduğundan, Louvre Müzesini gezemedim. Buna da çok üzüldüm ama onun yerine çok güzel yerleri gezdim; Saint Germain ve Pantheon gibi ve bunları da diğer yazılarımda size aktaracağım.