Geçenlerde TRT2’de Ahmet Murat İle Edebiyat Söyleşileri programında Sevinç Çokum’un ağırlandığı bölümü izleme şansım olmuştu. Sevinç Çokum’un okuduğum ilk romanı olan Hilal Görününce yazarla tanışmama vesile olup da o destansı akışıyla hayranlık yarattığı kadar, kimi yazarların dedikleri üzere edebiyatımızın gerektiği kadar üzerinde çalışılmamış bir coğrafyasına karşı da büyük bir ilgi uyandırdı içimde. Kırım ve Tatar Türkleri. Belki de bu ilgi sebebiyledir Hece yayınlarının yeniden okuyucuya sunduğu Günümüz Kırım Tatar Öyküsü adlı derlemeyi bir çırpıda okumaya giriştim. Ne var ki bu yazımın konusu o titiz derlemeler değil, onlar müstakil bir yazı içerisinde ele alınmayı hak ediyorlar.
Ahmet Murat ve Sevinç Çokum’un söyleşisi hayli keyifli ve akıcıydı. Çokum’un tanıklıklarıyla edebiyat ve sanat dünyamızın nasıl bir seyir izlediği, ne denli değiştiği ve bir yazarın doğuşu gözlerimde canlandı. En çok dikkatimi çeken unsurlardan biri Sevinç Çokum’un büyüdüğü, eğitim gördüğü çevre ve o günlerin sanat ortamı oldu. Edebiyat ve sanatı yaşamaktan bahsediyordu yazarımız. Genç kızların zamanın büyük şairlerinin şiirlerini defterlerinde toplamaları, bir araya gelip şiirler okumaları, radyoda temiz bir Türkçe ile edebiyat programları yapılması… Bana garip gelen ve aslında garip gelmiş olması garip olan nokta ise şimdi hepimizin şiirlerini bildiği ve bunlardan çok da ötesine geçemediğimiz şairlerin o zamanlar yaşarken, yani ölümle gelen anlaşılma halinden yoksunken bu kadar tanınıyor, biliniyor olması. İnternet yok, televizyon yok, bunca fuar, büyük kitapçılar yok. Ama kaliteli, ulaşılabilir gazete ve dergiler var. Her kesimden edebiyatçı ve sanatçıyı bir araya toplayabilen, kimi zaman bir ekol yaratabilen; üniversite mezununa da hiç okul yüzü görmemiş olana da hepsinin anlayabileceği, duru bir Türkçeyle sanatı ulaştırabilen basılı yayın organları. Elbette hala varlar, var olmaya devam edecekler. Yine de insan sormadan edemiyor, acaba neden günümüzün kalemlerini yeterince tanımıyoruz, bilmiyoruz? Bizim okumuyor olmamız mı yoksa birçok şatafatlı gündem arasında seslerinin mi duyulmuyor olması? Okuma-yazma oranımız güzel bir veri sağlayacaktır bu soru için.
Bir diğer hoşuma giden detay ise Sevinç Çokum’un okuduğu kitapları nasıl edindiği. Öncelikle ailesi farklı gazete ve dergilere aboneymiş ve bir süre sonra aboneliklerini değiştirir, böylece her kesim ve sanat dünyasından haberleri olurmuş. Bu anlayış Çokum’un edebiyatçı kişiliğine de yansımış görünüyor ki, söyleşisinde hiçbir edebiyat ekolüne ya da herhangi bir şeye ait olmadığını, bundan haz etmediğini belirtiyor. Bu anlayışla günümüzde sadece belli kanalları izleyen, belli gazetelere itibar eden, belli dergileri takip edip de gözünü ve kulağını kendi fikirleriyle örtüşmeyen her sese kapayan halimiz gözlerimin önüne geldi.
Ahmet Murat ve Sevinç Çokum’un söyleşisi hakkında düşünülebilecek, değerlendirilebilecek çok fazla şey olmasına rağmen, bu iki noktayla yetineceğim. Kalanları her izleyici kendi dünyasında özümseyip dolduracaktır zaten. İzleyecek olan herkese keyifli seyirler dilerim.