Artık birbirine iyi gelmeyen iki insanın hikâyesi: Paris, Teksas

Paris, Teksas Wim Wenders tarafından yönetilen 1984 yapımı bir film. Teksas’ın kurak coğrafyası ve bir adam açılış sahnesinde bizi karşılıyor. Böylece kırmızı beyzbol şapkası, eskimiş takım elbisesi ve yalnız bakan gözleriyle durmadan yürüyen ilk başrolümüzle, Travis’le tanışıyoruz. Su bulma umuduyla girdiği bir kulübede bayılmasıyla bu adamın aslında bir kardeşi hatta bir çocuğu olduğunu ve 4 yıldır kayıp olduğunu öğreniyoruz. Filmin ilk yarım saatinde hiç konuşmayan, dilsiz sanılan Travis’in kardeşine söylediği ilk sözcük oluyor Paris. Travis’in aradığı yer ilk başta akla gelenin aksine Fransa’da değil çok yakında, Teksas’ta. Sonradan öğreniyoruz ki Travis buradan posta yoluyla bir toprak parçası almış çünkü annesiyle babasının ilk tanıştığı yer ve burada hayata geldiğine inanıyor . Travis burayı ve kendini bulmak için yürüyor. Yokluğunda kardeşi ve eşinin ebeveynlik yaptığı 7 yaşındaki oğlu Hunter’ı 4 yıl sonra gördüğünde Travis’ten çoğunluğun bekleyeceği özlem dolu baba tepkisini alamıyoruz, sonraki sahnelerde Travis’in nasıl baba olunacağını evdeki çalışana sormasıyla bunun nedenini anlıyoruz. Travis sadece yaratıldığına inandığı yeri bulmak için yaşayan biri hâline gelmiş . Onun bu takıntısını Hunter’ın annesi, onun da eski sevgilisi olan Jane’le yüzleşmelerinden önce anlamlandırmak oldukça zor. Bu yüzden benim en sevdiğim filmlerden biri olan Paris, Teksas kalbinize bir kâğıt kesiği açarak her saniyesiyle bir hikâyeyi anlatıyor . Biraz tanıdık, çokça hayatın içinden . Artık birbirine iyi gelmeyen iki insanın hikâyesini.


Travis’in kardeşinin evine gelmesi ve 4 yıl aradan sonra oğlunu ilk defa görmesiyle Jane ismini duymaya başlıyoruz. Jane de Travis gibi kayıp. Travis’in oğlu Hunter, babasına başta baba demeyi ve Travis’in ona attığı acemi adımları reddediyor. Bir akşam ye meği sonrası kayıpların olmadığı zamanlara ait, bir tatile ait görüntüleri onlarla beraber izliyoruz. Jane’i ilk defa o zaman görüyoruz. Oldukça güzel ve genç bir kadın, Travis’le birbirlerine âşık olduklarını film boyunca tek görebildiğimiz kareler de bu eski anıya ait. Hunter 3 yaşında, Jane gülümserken kucağında, Jane ve Travis el ele. Bu görüntüleri izlerken Travis’in yüzündeki canlanışa saniye saniye tanık oluyoruz, zaten bu andan sonra Travis daha konuşkan ve hareketli biri oluyor. Hunter da o gece iyi geceler demeden önce Travis’e ilk defa baba diyor ve buzlar erimeye başlıyor . Bu şekilde eski anların insanların kalplerinde bir kâğıt kesiği açtığını ve üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin büyülerini yitirmediğini görüyoruz. Daha sonra Travis’in kardeşinin eşi olan Anne’den aslında Jane’in 1 yıl önceye kadar tamamen kayıp olmadığını, düzenli olarak gizlice Anne’i arayıp Hunter’ı sorduğunu öğreniyoruz. Aramalar kesilmeden önce de oğlu adına bir banka hesabı açtığını ve her ayın 5’inde düzenli olarak para yatırdığını. Bunu öğrenen Travis Hunter’ı da alarak Jane’i bulmaya gidiyor. Jane’in bir eğlence mekânında yüzünü göremediği erkeklerl konuşarak hayatını idame ettirdiğini de bir banka çıkışı onu takip ederek öğreniyor. Sonraki gün müşteri olarak Jane’ in karşısına oturuyor ve konuşamadan gidiyor . Travis onu görebilirken Jane onu göremiyor. Bu durumun ilişkilerinin doğası olduğunu Travis’in ikinci gelişinde ve bu sefer hikâylerini anlatmasıyla anlıyoruz. Hikâye yaş farkı olan aşık, mutlu ve küçük anları bile bir serüvene dönüştüren bir çiftle başlasa da sonunda adamın kadını kendinden gitmesin diye kelepçelemesine ve evleri olan karavanın yanmasına kadar uzanıyor. Travis yangından sonra arkasına bakmadığını ve 5 gün boyunca koştuğunu söylüyor sonra da açılış sahnesinde de gördüğümüz gibi yürüdüğünü. Travis’in o zamana kadar çizilmiş imajı ve anlatılanlar arasındaki fark tüyler ürpertici, aynı zamanda da oldukça gerçek çünkü bu iki insanın yok oluşunun başlangıcı . Travis, Jane onu görememesine rağmen sandalyesini çevirerek onun yüzüne bakmadan anlatıyor hikâyelerini . Jane, Travis’in yüzünü görmek istiyor ve sandalyesini çeviriyor Travis. Böylece cam üzerinde yüzlerinin yansımalarının kesişmesine şahit oluyoruz. Bu bence filmin en etkileyici sahnelerinden birisi çünkü bir daha asla yan yana gelemeyecek olan iki insanın son yakın anı. Travis Jane’e Hunter’la kaldıkları otelin adresini veriyor ve gidiyor. Jane ve Travis birbirlerini hiç görmüyor, Jane ve Hunter’ın otel odasında olan sarılmaları ve Travis’in arabasına binmesiyle film sonlanıyor. Travis gitmek zorunda çünkü hâlâ kendini bulmuş değil. Gitmeden önce Hunter’a kendini açıklayan bir ses kaydı bırakıyor, ikisinin de çok iyi bildiği hikâyeyi Jane gözlerine bakmasa bile ona bakarak anlatamıyor . Travis ne Jane’le yüzleşebiliyor ne oğluyla. Travis koşmak zorunda çünkü Paris, Teksas aslında ondan çok uzakta.

Leave a Reply