Hayatımda başıma iki korkunç kaza geldi. Biri geçirdiğim otobüs kazası, diğeri de sensin Diego.
Her şeye rağmen, bütün kederlere acılara ve kötü olaylara rağmen hayatına ne olursa olsun devam eden bir kadın hayal edin, Frida Kahlo. Birçoğumuza tanıdık gelen, hemen hemen herkesin en azından bir kaç kez sanatıyla karşılaşmış olduğu dünyaca ünlü ressam. Aslında Kahlo için, Meksikalı sürrealist, feminizmin ve isyanın sembolü olan gelmiş geçmiş en yetenekli ressamlardan biri diyebiliriz. Peki ya bu kadının bu göz alıcı tanımının ve görünenin ardında bambaşka, büyüleyici ve mücadelelerle dolu bir hayat hikayesi var desem. Hayran bırakacak kadar inanılmaz , tutkulu ve en önemlisi da acı ve umut dolu bir hikaye. Hayatı öylesine derin acılarla dolu ki bir insanın bunca acıya rağmen nasıl bu kadar güçlü kalabildiğine hayret ederken aynı zamanda da Frida’ya hayran kalıyorsunuz.
Frida, Julie Taymor’un yönetmenliğini üstlendiği 2002’de yayımlanan bir çok dalda ödüllere layık görülmüş, feminizmin ve isyanın sembolü haline gelen Meksikalı sanatçının acılarla ve çalkantılarla dolu olan hayatını konu alan biyografik drama filmi. Vazgeçmeyi bilmeyen her şeye her olaya hatta kimi zaman belki de kendine rağmen hayata, yaşamaya devam eden bir kadının, bir insanın hayat hikayesini büyüleyici bir anlatımla izliyoruz filmde. Frida’nın ve Diego’nun bir çok eserine tanık oluyoruz filmde. Bu da filmi biyografinin ötesinde adeta bir sanat filmi diyebileceğimiz bir niteliğe dönüştürüyor. Frida Kahlo ’nun hayatı herhangi bir şekilde sıkıcı olmayacak kadar ilginç, acı dolu ve hayranlık uyandırıcı zaten. Yaptığı resimlerle ve hayal dünyasıyla alışılmışın dışında ve döneminin ve çağının dışında bir sanatçı Frida. Filmde, Frida’nın hayatı tam da bu şekliyle öylesine içten ve doğru anlatılmış ki izleyicilere o anları Fridayla birlikte yaşama fırsatı sunuyor.
Akıllarımıza kazınmış bir figürün çok ötesinde Frida Kahlo’nun yaşamının her bir detayı ilginç ve zaman zaman hayrete düşüren ayrıntılarla dolu. Kimi zaman çok hayran kalıyorsunuz bu kadına kimi zamansa kızıyorsunuz kendine bu kadar acı çektirdiği için hatta kimi zamansa acıyorsunuz. Yine de hayranlık duymaktan kendinizi alamayacağınız bir hikayesi var Frida’nın. Yaşamaya, isteklerine ve bütün hatalarına rağmen aşkına sahip çıkabilen bir kadın Frida. Yaşadığımız bu zamanda kim böyle bi tutkuyla aşkına sahip çıkabiliyor, kim bu kadar arkasında durabiliyor ki istediklerinin, amaçlarının. Bir çoğumuz başımıza gelen en ufak kötü olayda korkularımızın arkasına sığınıyoruz, onları bahane ediyoruz ve korkularımıza ardına hapsoluyoruz oysa ki Frida ne yaşarsa yaşasın hiç bir zaman saklanmamış. Ne ruhunu ne benliğini ne de kendini saklamış ve asla vazgeçmemiş. Çektiği acılara rağmen hep isteklerini kovalamış, hayata tutunmuş. Tutkusundan ve umdundan vazgeçmemiş kimi zaman gururunu çiğnemiş kimi zaman kendini çiğnemiş ama hep devam etmiş.
Filmi izlerken Frida’nın aslında yaşama ve yaşamaya ne kadar saygılı olduğunu da görüyoruz. İnsanlara olan tavrı, kendine olan özgüveni ve kendi doğru bildiği yoldan ilerlemesi ilham oluyor hepimize. En son ne zaman sadece kendiniz istediğiniz için bişey yaptınız ? Kendimize saygı duymak aslında nedir ki ? Bu soruların cevaplarını filmde yani Frida’nın hikayesinde bulabilirsiniz. Frida’nın hikayesi, gurur uğruna aşkımızdan, aldığımız darbeler uğruna hayatımızdan, geçirdiğimiz kötü olaylar yüzünden kendimizden vazgeçmemeyi öğretiyor bize. Saklanmadan, kaçmadan, vazgeçmeden devam etmek gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor hepimize. Asıl meselenin her an da mutlu olmak değil kendimiz olup her şeye rağmen umutla vazgeçmeden istediklerimiz peşinden koşabilmek olduğunu gösteriyor hepimize.
Frida’nın hikayesinden çıkarılabilecek çok ders var belki ama benim için en etkileyici olanı başına gelenleri bahane ederek planlarından, hayatından ve kendinden vazgeçmeyen aşk ve umut dolu bir kadın görmek oldu. Her ne olursa olsun hayallerine ve aşkına tutunan bir kadın Frida. Umarım hepimiz tıpkı Frida gibi inandıklarımız peşinden umudumuzu kaybetmeden koşabiliriz ve vazgeçmeyiz.