“If all you have is a hammer, everything looks like a nail” demiş Abraham Moslow; tabi aynı mesaj Yunus’tan, Sezai amcadan, İbn-i Tufeyl’den bir alıntıyla da verilebilirdi ama belli ki siz ecnebi seviyorsunuz madam. Evet, tarzımın dışında konuşacağım bu sefer, içinde lisan-ı Türki’den az olacak. Post-modern, ciddiyetsiz ve rahat…
“Elindeki çekiçten ibaretse her şeyi çivi olarak görürsün”den devam edelim. Peki, ömrünce eline çekiçten gayrısı geçmemiş olan tutabildiği her şeyi çekiç sanmıyor mu? Çiviler davacı çekiçten ama çekiç onu kavrayan bilekten razı mı bakalım?
“Şeyleşme” ve “şeyleştirme” insanın iflahını kesen, feriştahını “şaşırtan” herze… Hani Proje-i Âlâ-i Modernite hepimiz kurtaracak, Yunan’dan & Rum’dan tedris ile alayımız ihya olup doymak için somuna abanmayacak, kaleci olsak bile penaltıları kullanacaktık. Tabi ne bilecektik içine doğduğumuz dünyanın tüm kurumlarını kutsayıp, iman edecek put edinecek olduğumuzu (bu paragrafta ki “biz” vurgusu sizleri kayırmak için kullanılmıştır; yoksa hamdolsun ben ve neseb-i fikriyatım böyle değildir) Aydınlanmayla araçsallaşan insan, toplum, kültür, dil ve bunun sonucu olarak araçsallaşan değerler nihayetinde, insanın, toplumun, kültürün, dilin ve değerlerin aslında hiç var olmadığını, bunların arkaik fantezilerden ibaret olduğunu, tek hakikatin, ‘hakikat yoktur’a evrildiği, “hafız bırak bu işleri dalgana bak, hadi her istediğimizi yapalım” denen zamana denk düşüyoruz.
“Değer” buharlaşınca geriye kalan “Araçsallık” son umut kapısı olarak kalıyor bizim sekülerin elinde. Çünkü bu da giderse artık onu bekleyen bir varlık sancısı var. Tüketmesi lazım, tüketecek yeni şeyler bulması lazım, yoksa intihar kapıda, narkoz el ovuşturuyor; işte tam bu zamanda Weber’in dediği gibi “tanrılar hortluyor”. Tek ilahtan kurtulan insan sayısız ilaha secde ediyor. Marx’ın fikir ve öğretilerine mesela.
Çekiç meselesi evet, şimdi geçen haftalar itibariyle bir masum dâr-ül bekaya iltica etti, mekânı cennet olsun. İsmini öğrendik ajanstan herkes gibi, bilmiyordum böyle bir çocuğun hastanede yattığından ve can çekiştiğinden, Allah rahmet eylesin (Bu sözlerim samimidir).
Egemen Bağış’ın bir tweetinden bahsediliyor. “put it in your appropriate” lafından sonra ciddiye alınacak tek lafıdır zatın. Ancak Bağış’ın tweetinde geçen “nekrofili” ifadesini ölüye karşı cinsel istek duymak olarak değil bir ölüyü kendi ideolojik menfaatlerine uydurmaya çalışmak anlamında kullanırsak bu söz ciddiye alınmalıdır. . Bu tavırla yapılmak istenenin, insana ait olanın bizzat insan değil, onun şeyleştirilmesi, mekanikleştirilmesi, yani “soyutlaştırılarak” bir gücün emrinde ve menfaati doğrultusunda ideolojik olarak merkezileştirilmesi. Ve “tarihselleştirilerek” ideolojik gücün suni bir moral malzemesi haline sokulması. Evet.
Bu tavıra sahip insanların düşüncesinde kutsal olan, yaşanmış olan. Kutsal olanın sosyolojik bakımından kemale ermesinin hiçbir değeri yok. İnsanın ve toplumun kıymeti, post-modern hali ile doktrinleştirdiği dile uyup uymadığı ve itaat etmesiyle alakalıdır. Problem ve meseleleri istişare ve hürriyet zemininde değil, kaba kuvvetle, kurguladığı apolitik dille “çözer” ve saldırır. Sloganı hazırdır: “X ölümsüzdür“.
Bu tarz düşünen insanlar aynı zamanda bir despot olduğu, saldırgan düşünce taşıdığı için yürürlükte olan sulh ve sükûnu “duraksama” sayar; buna mümasil olarak asırlar boyunca tekâmül ederek oturmuş ve toplumu kaynaştıran değerlerle tabiileşmiş bir hayatı, dayatılan “özgürlük” ve “insan hakları” söyleminden önemsiz ve değersiz kabul eder. Güya ortada duran “kötüyü” uzaklaştırmak için “iyi” adına iktidarı ele geçirmek üzere “özgürlük ve insan haklarını” öne sürer. “İyi” ve “kötü”, nekrofilin fikrinde soyutlanarak anlam kazanır. Bunu yaparken kişilikleri, oluşmuş, oturmuş değerleri hiçe sayar veya “devrimlerini” kutsallaştırır. Aslında, ölü sevicinin bu durumu trajiktir. Hem “evet” hem “hayır”dan daha ötede kurduğu doktrine tapan ve bu uğurda her şeyi ezip geçebilen, kucağında yaşadığı toplumun gerçekleriyle özdeşleşemeyen ve de değerleri yaşanılır tarafıyla değil kavramlaştırarak, “direniş” için kullanır.
Bu zihniyetin derdi, insana ve onun kıymet hükümlerine, hayat tarzına inanmaksızın “insanlığa” inanmak ve yine onun adına ayağı yere basmayan ve muhayyel “direniş” ve “özgürlük” üretmektir. Halka inanıp, Ahmet’e, Ayşe’ye inanmamaktır. Onun yaşattığı ve yaşadığı ferdî ve toplum değerlerine inanmamak ve “soyut insanlığa” ve bağlamsız soyut geleceklere inanmaktır.
Evet, işte bu zihniyet memleketi sokaklarını meydanlarını sosyal medyayı sardı. Maalesef çok sevdiğim, hayat görüşlerine ve karakterlerine azami saygı duyduğum arkadaşlarım bu manipülatif diskura angaje olmuş durumda. “Neden böyle yapıyorsunuz olm?” diye sormama fırsat bırakmadan suratıma o naif insanlar “KATİLSİNİZ LAN! Şimdi gidin ve geberin” diye haykırılıyor. Sorun yok ben cidali severim. Öyle polise iki taş atıp, biber gazından biraz öksürdünüz diye, ne vicdanlı oldunuz ne de bedel ödeyen. Biz de hamdolsun devletin sopasını da yedik, biber gazını da hatta dinlemesine bile takıldık, Allah zeval vermesin.
Hem şahsım hem müşterek iradeye sahip olduğum kardeşlerim üzüldük Berkin Elvanın vefatına, 14 yaşında ölen her masum için üzüldüğümüz gibi. Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Filistin’de (bu liste sizin terörist dediğiniz ve aslında vatan, namus ve hürriyet için çarpışan memleket ve milletlerle uzar gider) öldürülen, Afrika’da açlıktan ölen, Çin’de sağlıksız koşullarda çalışıp ölen, Güney Amerika’da uyuşturucu kartelleri tarafından kuryelik yaptırılıp ölen tüm çocuklara, o kadar uzağa gitmemize gerek yok, yan komşumuzun trafik kazası sonucu ölen çocuğa üzüldüğümüz gibi üzüldük. “Biz öyle biliriz ki yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır” derken ciddiydik. Bunları söylerken size sevimli görünmek gibi bir derdim yok, nefret edebilirsiniz benden/bizden. Edin hatta sizler gibi olmadığımıza vesika olsun; biz etmiyoruz zira.
Ama o merhuma neden bu eziyet? Neden kendi iktidar ihtirasınız için o çocuğun naaşını kullanıyorsunuz? O garibanı neden şeyleştirip, naaşından tüm siyasi partilerin, tüm iktidar taliplerinin, tüm çıkarcıların geçmesine müsaade ettiniz? Berkin Elvan ne kahramandı ne terörist. Onu kendi kahramanınız ilan ederek başkalarının teröristi yaptınız mübarek olsun. Nasıl sizin derdiniz çocuğun ölüsü üzerinden başkasına küfretmek, o başkası da o çocuğu tanımaz bilmez o çocuğa hakaret ederek size hakaret ediyor. Araçsallaştırdığınız, eşyalaştırdığınız duvarlara resmini basıp, resmin altına sizlerin ne kadar süper ve “onların” ne kadar aşağılık olduğunuz imasına küfrediliyor zira çocuğa değil.
Sizin kılıcınızı saklamak için kalkan ettiğiniz çocuğun ölüsüdür. Anlıyorsunuz bunları da gayet safa yatmayın şimdi. O masum, memleketimdeki her çocuk gibi anasının kuzusu, babasının aslanıydı. Tanıyorum ben o bebeyi, bu memlekette tanıdığım her çocuk gibi. Aynı mahallede otursak iki halı saha maçı yapar, iki el PES atardık. Gazlayıp cuma namazına götürürdüm, babasıyla kavga edip bizim eve kaçar sabaha kadar geyik yapıp ezan okununca camiye gider, cami çıkışı paça içer sonra eve gelip ikindine kadar uyurduk muhtemelen. Biriken bulaşıkları ona yıkatır, Petibörlü puding yapardım karşılığında, sınava çalıştırır, bilemediği soruları çözerdim. Abisi olduğum her kardeşime yaptığım gibi onla da hasbihal ederdik hülasa. Bu çocuk bundan başkası değildi. Ama siz ona kendi ideolojik vasıflarınızı yüklediniz ve devam ediyorsunuz.
Yazının başını hatırlayın, “if all you have is a hammer, everything looks like a nail” hali hazırda nur topu gibi bir “çekiciniz” var on altı kiloluk, mübarek olsun. Vurun kafasına gözüne tüm “çivilerin”. Tercih edilmiş vicdanlarınızla biraz daha insancılık oynayın. Evet, gelin direk bana benim gibilere vicdan satmaya kalkın. Berkin Elvan’ın ve o yaşta olan, kıyamete kadar o yaşa gelecek olan tüm çocukların iyiliğinden başkasını istemeyenlere ve bunun için çaba gösterip bedel ödeyenlere, bunu hobi olarak değil vazife edinip ibadet şuuru ile yapanlara vurun. Vurun ki bizim sizden olmadığımıza şahit olsun Hâlık ve cümle mahlûkat. Selametle…
Ali Burak Kırkbaş
Elifsu Kocaman
Öncelikle Türkçe yazdığım için beni mazur görün, belirtmek isterim ki hakaret içeren yazınızın içi vursam ses çıkaracak derecede boş. Ölü seviciler diye nitelendirdiğiniz bizler sizin anladığınız şekilde sevmiyoruz onları. Öldürülen insanların ailelerine ve onların hatıralarına saygı gösteriyoruz. Katili devlet olan insanlara kızıyoruz, kızıyoruz ki bitsin bu ölümler. Siz ölüme üzüldüğünüzü söylemişsiniz ben de size üzüldüğümü söylemek istiyorum. Sizler gibi öbür dünyanın ve ölülerin edebiyatını yapanlar, şuan insanlığı sevmek yerine kendi ideolojinizden olmayan insanlara hakaret etme hakkını kendinizde buluyorsunuz.
Lara Eral
Genellemelerin son derece yanlış, yazı da hakaret içeriyor. Eleştirilerin son derece yüzeysel, derinlemesine düşünerek yazıyı gözden geçirmeni rica ediyorum. Muerte’nin ne demek olduğundan başlanabilir. Gerçekten çok yazık.