Benim babam opera sanatçısıydı, onu kaybettiğimde 14 yaşındaydım, o yıla kadar çoğu zaman piyano sesleriyle, aryalarla uyandım ben. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nde koro sanatçısı ve iyi bir müzik insanı olarak devlete 20 yıl hizmet etmişti o.
Ben de 9-10 yaşlarımda Devlet Operası Çocuk Korosu üyesiydim. 2 yıl boyunca hem evrensel müzikleri hem de memleketimizin ezgilerini hep bir ağızdan seslendirdik bu koroda. Hatta ülkemizi Amerika da bile temsil ettik o yıllarda. Bundan 25 yıl önceden bahsediyorum. Dönemin Başbakanı merhum Turgut Özal ve Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek koromuzun önemini kavrayan değerli devlet adamlarıydı, onlar sanatın evrensel bir değer olduğunun ve bir toplumun gelişmesindeki önemli yerinin bilincinde idiler.
Hiç unutmuyorum, Başbakan Özal, Opera Çocuk Korosunu, yani bizi ilk dinlediğinde şöyle demişti: “Nasıl bir koro bu, bir dönüyorum “Ben Giderim Batum’a” türküsü söylüyorlar, bir dönüyorum “Carmina Burana” aryası söylüyorlar”. O dönem Koromuz New York’taki geleneksel “Türk Günü Yürüyüşü” kutlamalarında Türkiye’yi resmen temsil etmişti. İlk kez verilen devlete Hizmet damgalı “Gri Pasaport”umla ne kadar gurur duysam yeridir.
Nereden nereye geldik? Şimdi birileri gelmiş, bu aydınlık ve çağdaş sanat dalını hiçe sayıp, üstelik bir insanın “yaşam kalitesi” standardının “operaya gitme sayısı” ile ölçüldüğü böyle bir dünyada, Türkiye’yi çağın, hatta çağların gerisine atmak için uğraşıyor.
Türkiye’de Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi 1949 yılında kurulmuş, 65 yıldır var. Muhsin Ertuğrul, Leyla Gencer, Ahmed Adnan Saygun, Necil Kazım Akses ve daha nice duayenler yönetmiş ve temsil etmiş bu kurumu uzun zamanlar.
Şimdi ne oldu da Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü lağvedilmek isteniyor? Aslında biliyoruz, Cumhuriyetin tüm kuruluşlarını yok etmek isteyen bir zihniyet kol geziyor bu memlekette. Türkiye Sanat Kurumu (TÜRSAK) diye bir kurum kuracaklarmış, tüm kültür ve sanat faaliyetlerini bu kurum yönetecekmiş. TÜRSAK’ın kuruluş yasa taslağında Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi’nin kapatılacağına ilişkin bir madde var. Buna göre Devlet Tiyatrosu ve Opera ve Balesi kuruluş kanunları iptal edilecek. Üstelik her kanunda olduğu gibi, bu kanun taslağı hazırlanırken opera, tiyatro, bale ve sanatın diğer dallarıyla uğraşan hiçbir sivil toplum kuruluşuna ya da ‘gerçek’ sanatçıya sorulmamış, yine “ben yaptım oldu” denmiş.
Sanat camiasının bütün sivil oluşumları ayakta, TÜRSAK’a karşı protestolar sürüyor, basın açıklamaları ve bildiriler yayınlıyorlar. Onların bu anlamlı eylemlerine ben de destek olmaya çalışıyorum. Kimse canım babamın mesleğini küçümseyemez…
Yazar: Zeynep Talu
GAZETE BİLKENT
Mart 2014
İlhan Aydemir
Ankara Devlet Konservatuvarı, Tiyatrosu, Opera ve Balesi’nin kuruluşunda yönetici olarak görev almış sanırım ilk isim olan Carl Ebert’in Cumhuriyet tarihimizde bu kurumların tarihi bakımından önemi var dır. Ankara Devlet Konservatuvarı binası yapımına başlanması 1924 tarihi dir. Aynı tarihte ilk öğrenciler alınır. 1926’da yapımı tamamlanan binada yeni öğrenci alımı sırasında 2 yıllık eğitim görmüş bulunan konservatuvar öğrencileri de yeniden sınavdan geçirilir ve eleme uygulanır. Eleme sonucu konservatuvar eğitiminden ayrılacak olan öğrenciler de müzik öğretmenliğine yönlendirilir. Dolayısıyla Ankara Devlet Konservatuvar Binasının tarihi Türkiye’de müzik elemanı eğitimini müzik eğitimcisinin eğitimiyle birleştirmekte dir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk devlet konservatuvarı İstanbul Belediye Konservatuvarı olup kuruluşu Atatürk’ün emri ile 1923 yılında gerçekleşmiş olup kökeni Dar-ül Elhan’a dayanır. Atatürk Başkent Ankara’nın kültür ve sanat ortamı bakımından İstanbul’dan geri kalmaması gereğine dayanarak derhal 1924’te Ankara Devlet Konservatuvarı binası yapımını başlatır ve Türkiye’de herşeyden önce Türk damgalı bir kültür-sanat devrimi gerçekleştirmeğe yönelir. Kültür sanat devrimini gerçekleştirirken daima her adıma kendisi karar vermiş, Cumhuriyet kültür ve sanatına kendi damgasını vurmuş tur. A.A.Saygun “Özsoy” operasını bestelemişti ama konuyu veren Atatürk’tü. Kurumların kuruluş tarihi bazan “İşleyiş Yönetmeliğinin Yayımı” tarihinden farklı olabiliyor. Carl Ebert’in Ankara Devlet Konservatuvarında yönetici görev alıp Tiyatro bölümünü kurduğuna ilişkin bilgiyi de internette google’da yayınlanan Cevat Memduh Altar’ın dosyalarından alıntı yapalım. (“carl ebert” diye yazınca çıkıyor.)
CARL EBERT’İN ARDINDAN…
Çağımızın ünlü tiyatro adamı Carl Ebert’in geçenlerde Los Angeles’te 93 yaşında hayata gözlerini yumması, bizleri yürekten duygulandırdı. Bu büyük insan, 1935-36 yıllarında faaliyete geçen Ankara Devlet Konservatuvarı’nın Tiyatro ve Opera Bölümlerinin, daha sonraki yıllarda da Devlet Tiyatro ve Operası’nın kurucusuydu ve dokuz yıl süreyle yönettiği bu kurumlarda, birçok yetenekli sahne sanatçımızın yetişmesine olanak sağlamıştı.
Faik Alper SÖKMEN
“OPERA; SEYİRCİLERE ÖĞRETİCİ DERS VERDİĞİ GİBİ, İNSAN DUYGULARINI GELİŞTİREN VE RUHU DEGİŞİK AÇILARDAN BESLEYEN BİR SANATTIR. YERİN VE ÇAĞIN ÖZELLİKLERİNİ BELİRTEN KOSTÜMLER BIZLERE O DEVRİ YAŞATIRKEN; ÖBÜR YANDAN SAHNE DEKORUNU GÖRMEK RESSAMIN YAĞLI BOYASINI SEYREDER GİBİ GÖZLERİ OKŞAR. SANATCILARIN SESLERİ, DRAMA, ORKESTRA MÜZİĞİ, IŞIKLANDIRMA İŞİN İÇİNE GİRDİĞİNDE RUH İYİCE DİNLENİR OPERA İLE.
Meral Palmer”
İktidardakilerin ruhu olmadığı için ruh dinlendirmenin ne anlama geldiğini bilmezler. Sorun onları iktidarda tutan halkta!