French President Hollande welcomes Germany's Chancellor Merkel as she arrives at the Elysee Palace before the solidarity marchin the streets of Paris

 

 

Paris’te yaşanan olay sadece Fransa’da değil aynı zamanda dünyanın birçok farklı noktasında yankı uyandırdı. Öyle ki bu olay, yaşandığı günden beri Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkenin gündemini belirledi ve tabiri caizse hem sokaktaki vatandaşın hem de entelektüel çevrelerin konuştuğu konuların başında gelmeyi başardı. Kimilerine göre İslamofobiyi körüklemek adına kurulmuş bir kumpas; kimilerine göre ise bütün İslam aleminin suçlu olduğu bir terör vakası olarak nitelendirilen bu olay, bana tekrar Batı’nın çifte standardını ve Türkiye’nin kendini anlatmakta ne kadar başarısız olduğunu hatırlattı.
Yaşanılan olaylardan sonra Paris’te düzenlenen yürüyüşe 1.5 milyon insanın katıldığını, buna ek olarak aralarında siyasi ve ekonomik açıdan ciddi öneme sahip Avrupa ülkelerinin temsilcilerinin de olduğu 50 ülkenin bu yürüyüşe katılmak suretiyle destek verdiğini görüyoruz. Farklı dinlerin temsilcilerinin birliktelik mesajları verdiği; Netanyahu ve Mahmud Abbas’ın beraberce katılabildiği bu yürüyüş kuşkusuz ciddi bir siyasi başarı olarak görülmelidir.

Fransa, bu olaylar sonrasında dünya kamuoyunu başarılı bir şekilde yanına çekmeyi başarmıştır. Fransa’nın haksız olduğu halde kamuoyunu manipüle ettiğini iddia etmiyorum zira bu tartışmaya açık bir konu fakat, haksız da olunsa haklı da olunsa dünya kamuoyunu bu denli etkileyebilmek takdire şayan ve Türkiye için örnek teşkil etmesi gereken bir durumdur.

Yakın tarihimizde, Fransa Parlamentosu, her ne kadar resmi ve tarihi bir dayanağı olmasa da onlara göre Ermeni Soykırımı diye adlandırılan 1915 olaylarını inkar etmenin cezalandırılması yönünde bir karar aldı.
Bu iki olay arasında kurmaya çalıştığım bağlantı hem düşünce özgürlüğü açısından nasıl bir çifte standardın uygulandığını ortaya koymak hem de Türkiye’nin kendini anlatmakta ne kadar başarısız olduğunu gösterebilmek açısından önemlidir. Fransa almış olduğu bu kararla düşünce özgürlüğüne ne kadar önem verdiğini göstermiştir.
Benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta ise Türkiye’nin derdini anlatmakta kendini tanıtmakta ne denli başarısız olduğuyla ilgili. Türkiye’nin tanıtımı denildiğinde zihinlere, İstanbul köprülerinin üzerinden kuş misali uçan daha sonra balonla Kapadokya turu yapıp ayaklarını Pamukkale’de suya soktuktan sonra Antalya’nın mavi bayraklı plajlarından birisinde yüzen güzel kadınların olduğu reklamlardan fazlasının gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Batı’nın aldığı ve Türkiye’yi olumsuz etkileyen her karardan sonra sadece Batı’nın ne kadar ikiyüzlü olduğunu, Türkleri ve Türkiye’yi hiç sevmediklerini bağıra bağıra söylemenin yetmediğini; kendini savunmak adına meşru yolları kullanmak gerektiğini ya da daha geniş bir ifadeyle oyunu kurallarına göre oynamak gerektiğini artık anlamalıyız.
Sözgelimi, birisi Ermeni Soykırımı’ndan bahsettiğinde, “Asıl onlar Türklere soykırım yaptı” ya da “Ermeni lobileri çok güçlü” gibi kalıpların ötesine geçmek gerektiğini düşünüyorum. Mesela kaç tane tarihçimiz Ermeni Soykırımı iddialarını yalanlayan İngilizce makale kaleme aldı? Muhtemelen çok az sayıda ki ben hiç karşılaşmadım. Ya da siyasetçilerimiz arşivleri açalım, bizim tarihimizden korkumuz yok demekten başka ne yapıyorlar? Hatta iş o kadar kötü boyutlarda ki ülke olarak Erasmus programıyla Avrupa’ya giden öğrencilerimize verdiğimiz taktik onların bu tür tartışmalı konularda konuşmaktan imtina etmeleri yönünde.
Yıllardır PKK’nin düzenlemiş olduğu terör eylemlerinde yüzlerce masum insanımız şehit edilmişken; PKK’nin terör boyutunu protesto etmek adına Paris’te yapıldığı gibi bir eylem hazırlayamamış olduğumuz için üzülüyorum. Daha önce de belirttiğim gibi Batı’nın bu konuda çifte standart uyguladığını; iki yüzlü davrandığını kabul ediyorum. Fakat Kamu diplomasisinin ve kamuoyunun bu denli önemli hale geldiği; devletin düşüncesiyle milletin düşüncesinin bir olmadığı bu dönem siyasetinde, işin kolayına kaçıp “Bu Batı hep….” Diye başlayan cümleler kurmak yerine kendimizi uluslararası arenada daha iyi anlatmaya; yılların klişelerinin ötesine geçmeye ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

Leave a Reply