Görüşlerine önem verdiğim bir Hocam sohbetimiz sırasında, bir arkadaşının Türkiye siyasetiyle ilgili yaptığı çarpıcı çıkarımı benimle paylaşmıştı. “Türkiye’de gündemi bir hafta takip etmezsen çok şey kaçırırsın; ama bir yıl takip etmezsen hiç bir şey kaçırmazsın.” Bu söz siyasetin ne kadar canlı ve değişken olduğunu göstermenin ötesinde bir de çözülemeyen sorunlardan ve belki de kısır döngü haline gelmiş bazı tartışmalara da göndermeler yapıyor.
Çözüm Süreci’nin de bu söz bağlamında incelenmesi gayet mümkün görünüyor. Zira bazen bir kaç gün gündemden uzak kaldığınızda ve sonradan yazılıp çizilenleri okuduğunuzda gözlerinize inanamazken, bir kaç uç örnek dışında, kısa bir zaman zarfı içinde tekrar ortamın yumuşadığını, sert söylemlerin bir şekilde telafi edildiğini ve sürecin tekrar rayına oturduğunu görüyorsunuz. Tabii ki burada rayına oturmaktan kastımız her şeyin mükemmel şekilde ilerliyor olması değil; önceki vaziyetten daha kötü bir hal almamasıdır. Fakat, bu sürecin öyle bir noktasına geldik ki artık işlerin rayında olması virajı almamız için yeterli olmayabilir. Dolayısıyla tarafların çok daha dikkatli olmasının zaruri olduğu bir dönemdeyiz. Maalesef bu sürecin nasıl işlemesi gerektiği hakkında bir yol haritası çıkarabilecek yeterlilikte görmüyorum kendimi. Bundan dolayı ‘sürecin olmazsa olmazlarını’ değil; ‘sürecin olursa olmazlarını’ yazmaya çalışacağım.
Gündemi işgal etmeye başlayan başkanlık sistemi bahsetmek istediğim konuların başında geliyor. Ne teorik ne de pratik anlamda başkanlık sistemine karşı değilim, hatta doğru düzgün tasarlanmış; kişiye, partiye ya da siyasi bir görüşe göre değil Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre iskeleti oluşturulmuş bir başkanlık sisteminin bu ülkenin menfaatlerine uygun olacağını düşünenlerdenim. Fakat sürecin devam etmesi, içi doldurulmamış ne olduğu belirsiz bir ‘Türk tipi başkanlık’ sistemiyle mümkünmüş gibi lanse edilir; ve hükümet, Ak Parti ya da Erdoğan bu konuda mesnetsizce inat ederse bu sürecin gerektiğince hızlı bir şekilde nihai hedefe ulaşması mümkün olmaz.
Bir diğer önemli nokta ise sürecin sahipliği ve liderliğiyle alakalı… Sürecin başlamasında özellikle halk nezdinde ciddi kredisi olan Erdoğan’ın önemini ve Ak Parti’nin atmış olduğu cesur adımları takdir etmek gerektiğine inanıyorum. Lakin, sürecin sahibinin Ak Parti olduğunu söylemek, ya da süreci sadece ve sadece liderler üzerinden yürütmeye çalışmak çok da doğru olmayacaktır. Bir yandan diğer siyasi partilerin de sürece dahil olmak için çaba harcaması, diğer yandan da Ak Parti ve Hdp’nin diğer grupların da bu süreçte aktif ve yapıcı olarak rol oynamasına yardımcı olması gerekmektedir. Kısacası sadece Öcalan ve Erdoğan’ın liderliğiyle olursa bu süreç olması gerektiği kadar verimli olmaz.
Çözüm Süreci ve milliyetçilik temaları işlendiğinde akla daha çok Türk milliyetçiliği geliyor. Fakat özellikle son dönemlerde yaşadığımız sokak gösterileri ve üniversitelerde yaşanan olaylar göz önünde bulundurulduğunda, Kürt milliyetçiliğinin de bu sürecin önemli bir parçası olmaya başladığını görüyoruz. “Bu Kürtlere ne kadar hak verirsen ver daha fazlasını isterler.” Minvalindeki açıklamaları her zaman yanlış bulmuşumdur, çünkü verilen haklar aslında önceleri gasp edilmiş olan hakların geri iadesinden başka bir şey değildir. Kaldı ki her zaman daha fazla hak istemek de bence her bireyin en temel vasıflarından birisi olmalıdır. Dolayısıyla hak talebi, etnik aidiyet gibi unsurların sürecin akışında olumlu adımlar olduğunu düşünsem de iki milliyetçiliğin de hem kendi içlerinde hem de birbirlerine karşı orantılı olmadıklarında sürecin sıkıntıya gireceğini düşünüyorum. Kısacası, sürecin olursa olmazı: milliyetçiliklerin yarıştırılıp, diğerinin bir öteki olarak adlandırması olacaktır.
Millet inşası sürecinde yaşanmış ciddi sıkıntılar her iki tarafta da çeşitli reflekslerin oluşmasına sebep olmuştur. Her ne kadar bu reflekslerin bertaraf edilmesi güç olsa da, sürecin bu reflekslerle devam etmesi çok zor olacaktır. Elbette ki, istenilen her iki tarafından bu reflekslerden eş zamanlı olarak kurtulmasıdır ama bunun çok da mümkün olmadığı insan psikolojisi göz önünde bulundurulduğunda anlaşılmaktadır. Bundan dolayı, bu sürecin olursa olmazıdır devletin ‘devletçi’ refleksleri.
Bir diğer önemli konu ise PKK ve bu örgüte olan bakışın nasıl olacağıyla ilgilidir. Benim de PKK’nin bir terör örgütü olduğundan ve yaptığı sayısız eylemin gayrimeşruluğundan şüphem yok. Fakat Sınırlı sayıdaki tecrübelerime ve gözlemlerime dayanarak, PKK’ye bakışın Kürt coğrafyasında yaşamış iyi niyetli insanların gözlerinde de farklı olduğunu düşünüyorum. Yıllarca köylerinde PKK ile devlet arasındaki ateşin arasında sıkışıp kalmış, belki kandırılmış belki korkutulmuş bu insanlardan şimdi de geceden gündüze, PKK’yi lanetlemelerini istemek ne kadar doğru? Onların gözündeki ‘PKK imajının’ bu kadar kısa bir sürede değişmesini beklemek ve onların samimiyetlerini sadece PKK’ye terör örgütü deyip dememelerine indirmek de bir başka olursa olmazıdır bu sürecin…
Son olarak da bazı ‘entelektüellerimize’ seslenmek istiyorum. Her fırsatta çözüm süreciyle ilgili ne olup bittiğini anlamadığını söyleyen nasıl bir süreç olduğunu bilmiyoruz diyen entelektüellerimize… Emin olun bir şeyler oluyor, ben de medyadan takip eden birisi olarak bütün detaylarına hakim değilim elbette ama somut bazı adımların atıldığını, üslupların değişmeye başladığını, sokağa çıktığımda artık bu sürece dair daha fazla umutlu olunduğunu görüyorum. Bunların Ak Parti’nin sadece seçimleri kazanmak için hazırladığı tezgahların ötesinde bir şey olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu süreci sadece Ak Parti’ye atfetmenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Yani süreci destekleyip Ak Parti’yi desteklememek de belki üzerinde düşünülmesi gereken bir alternatiftir. Sizden de bunu istiyorum çünkü sürecin herkesin desteğine ihtiyacı var bilmiyoruzcular çok olursa bu süreç istenildiği gibi bitmeyebilir.
Sayfalarca uzayabilecek bir olursa olmazlar listesi yapmak elbette mümkün ama son dönemdeki olaylar ışığında bahsettiğim noktaların dikkate değer olduğuna inanıyorum. Sözün özü, herkese düşen bazı görevler var ve bu görevlerin yerine getirilmemesi sürecin tıkanmasına ya da son bulmasına neden olmayacaksa da yeterince sağlıklı olması açısından çeşitli problemler yaratacaktır.