Cumhurbaşkanının ilk kez halk tarafından seçileceği seçimlere iki aydan az süre kalmasına rağmen ne muhalefet partilerinin çoğunluğunun ortak adayı olarak adlandırılabilecek çatı adayı ne de mutabakat sağlanamaması durumunda CHP ve MHP’nin açıklayacağı parti adayları henüz belli değil. Öte yandan her ne kadar resmi bir açıklama yapılmamış olsa da Ak Parti kanadının adayının Recep Tayyip Erdoğan olduğu kesine çok ama çok yakın. Peki sürecin bu şekilde işlemesinin sebebleri neler ve bu süreç kimin yararına işliyor?

Zaman Kime Çalışıyor

CHP ve MHP’nin ortaklaşa çıkaracağı “çatı aday”, son günlerin en çok merak edilenlerinden biri oldu.

Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun çatı adayı belirlemek için isimlerden ziyade cumhurbaşkanının taşıması gereken niteliklere yoğunlaşıyoruz söylemini her ne kadar zaman kazanmak adına siyaseten doğru bulsam da inandırıcı bulmam pek de mümkün değil çünkü ne dikilen cumhurbaşkanlığı elbisesinin herhangi bir ademoğluna uyması mümkün ne de bu elbise için önerilen adaylar ve yapılan açıklamalar arasında bir paralellik kurabilmek. “Cumhurbaşkanı nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabını bütün olumlu sıfatları sıralayarak ve siyasi olarak doğru (politically correct) adımları atarak bulmaya çalışmak siyaset felsefesi açısından güzel bir çalışma olabilir lakin siyasetin doğasına ve şu andaki işleyişine çok da uygun değildir. Örneğin, sürekli öne sürülen “tarafsız olmalıdır” fikrinin uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’ne cumhurbaşkanlığı yapmış 11 devlet adamının 11’i de istisnasız olarak bir taraf tutmuşlardır. (Atatürk’ü de bu 11’e dahil etmem bilinçlidir.). Hatta az çok siyasi tarih bilenler Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı süresince aynı zamanda parti başkanı da olduğunu bileceklerdir. Daha sonrasındaki cumhurbaşkanlarının büyük çoğunluğu ise sivil ve askeri vesayetin içinden çıkan adaylar olmuşlardır. Dolayısıyla önceki cumhurbaşkanlarımızın tarafsızlığını savunmak mümkün değildir. Tıpkı Abdullah Gül’ün tarafsızlığını savunmanın mümkün olmadığı gibi. Bence, burada asıl sorgulanması gereken tarafsızlıktan ziyade meşruiyet olmalıdır. Yani darbelerle gelen ya da siyasi çıkmazlar sonucu mecburen cumhurbaşkanı olanlar ve halkın çoğunluğunun desteğini alanlar arasında bir seçim yapmak durumunda kaldığımda ikinci kategoridekilerin daha meşru olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamalara bakıldığında teoride söyledikleriyle isimler üzerindeki yorumları arasında bir paralellik kurmak oldukça güç. Söz gelimi, bir yandan cumhurbaşkanı adayının siyasi kimliğinin çok keskin olarak ortaya çıkmaması gerektiğinin altını çizerken bir yandan da yıllarca CHP genel başkanlığı yapmış Deniz Baykal’ın cumhurbaşkanlığı görevini çok iyi yapacağına olan inancını açıklayabilmektedir.

Diğer tarafta ise adayının kazanmaya çok yakın olduğunu düşünen Ak Parti var. Aslına bakılırsa partinin yetkili ağızları da cumhurbaşkanı adayının Erdoğan olacağını, en azından eğer Erdoğan olmak isterse partinin bunu destekleyeceğini defalarca beyan ettiler. Bana kalırsa her şey bu kadar ortadayken Erdoğan’ın hala adaylığını açıklamamasının iki temel sebebi var. İlk sebep, adaylığını açıkladıktan her ne kadar yasal olarak bir zorunluluk olmasa da üzerinde başbakanlıktan istifa etmesi gerektiği yönünde bir baskı oluşturulmaya çalışılacağını bildiği için bu baskıdan en azından son günlere kadar kaçmaya çalışacaktır. İkinci olarak da adaylığını açıklamak zorunda olmadığının bilincinde olması. Zaten sürekli gündemde olan tüm ülke tarafından tanınan Erdoğan’ın kendini anlatması, tanıtması için fazladan bir çaba harcamasına gerek yok. Yani Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı için adaylık süreci bence 2003 yılında başlamıştı ve hala da devam etmekte. Öte yandan, muhalefet partilerinin belirleyeceği adayın bilinirliğinin Erdoğan’a kıyasla daha az olacağı ve kendini anlatmaya daha çok zaman ayırması gerektiği ortadayken hala açıklanmamış olması kendilerini yarışa bir kaç adım geriden başlamaya itecektir.

Cumhur’un seçtiği cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru geçilen her günün, Erdoğan’ın hanesine bir artı olarak yazıldığını unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Muhalefetin güçlü bir aday olarak gördüğü Erdoğan’a karşı oluşturmaya çalıştıkları cephe arayışları siyaset açısından başvurulabilecek bir yöntem olsa da “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığının hele ki CHP ve MHP gibi iki ideolojik parti arasında çok da işe yarayacağını düşünmüyorum.

Not: Bu yazı yazıldığında henüz çatı adayı açıklanmamıştı lakin içeriğin hala geçerli olduğunu düşündüğüm için hiç bir değişiklik yapmamaya karar verdim zira Ekmeleddin İhsanoğlu muhafazakar seçmenler için Erdoğan’ın kötü bir taklidi olmaktan bile uzakken ulusalcı ve “laik” seçmeni de mutlu edebilecek bir adaya benzemiyor. Ak Parti’nin belirleyeceği adayın, Erdoğan ya da başkası, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çok da zorlanmayacağını, seçmen kitlesinin bir kısmının da adeta al birini vur ötekine fikriyatıyla tatil planlarını değiştirmeyeceğini düşünüyorum.

Leave a Reply